6 Mayıs 2019 Pazartesi

2019 Mayıs Ayı Okuduklarım

______________________________________________________________________________
______________________________________________________________________________

2019 MAYIS AYI ÖZETİ
______________________________________________________________________________
______________________________________________________________________________

 
      

   


______________________________________________________________________________
______________________________________________________________________________




Bir Kaplumbağanın Bir Sincabın Boynunu Isırması - Süreyyya Evren

Cem Akaş sayesinde tanıdığım Süreyyya Evren'den okuduğum 2.kitap. Tamamı ile sürrealist hikayelerin bulunduğu, akışın nasıl ilerlediğini bilemediğiniz, sanki uyuşturucu etkisinde okunsa daha kolay takip edilir izlenimi veren (ironi), bir kitap görünümünde. Durumlara yüklenen anlamlar, bazı olaylar için verilen felsefi yaklaşımlar gayet güzeldi. Şiirsele yakın bir anlatım da süsü olmuş. Ancak okuması zor, hazmetmesi neredeyse imkansız bir kitap olması nedeniyle sayfalar boyunca modunuz düşebilir. Farklı şeyler deneyeyim derken, yer yer amatör bir yazarın denemelerine dönmüş neredeyse.

"Gülümsüyor. Daha önce gülümsediği bir yerden."

"aşk olmasa şu dünya adaletsizlik gibi bir iki ufak tefek mesele dışında kendi halinde bir yer."

"Öpüştük ilk kez, kısa, minibüsün içinde, özel bir şeyi kimse duymasın diye ağızdan ağza söyler gibi."

"İnsan bir kitabı hiç okumadan bilebilir. Birini hiç tanımadan özleyebilir."

"Cebinde parası veya elinde bıçağı olmayan orta sınıf, üst ve alt sınıfları ahlakıyla vuruyordu."

"Kaplumbağanın büyüklüğü kabuğunda yalnız olduğunu kabul etmesidir."




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Sayılı Gün - Birol Tezcan

Parmaklıklar ardında geçen 21 hikayeyi temeline oturtan Sayılı Gün kitabında Birol Tezcan, faşizme, adaletsizliğe ve iktidar sahiplerine çatıyor. Tarz olarak yoğun duyguları, ince bir mizahla birleştirip kısa öyküler şeklinde sunumunu gerçekleştiriyor. Sıkça Cumartesi annelerden, masum gençlerden bahsederken, yapılan eylemlerden değil, türkülerden, kardeşlikten, arkadaşlıktan konu açılıyor. Ercan Kesal'in kırsalda yer alan sol ağırlıklı öykülerini sevenler mutlaka bu kitaba da göz atsınlar.

"-Siz geleceksiniz diye havalandırmayı boşalttılar ama ben gardiyandan iki dakika izin istedim, sizinle tanışmak için.
+Biz geleceğiz diye havalandırmayı mı boşalttılar?
-He gardaş.
+Niye?
-E siyasisiniz ya, diğer mahkumların kafası karışmasın diye heral."

"Erken büyüdük biz. 12 Eylül çocukluğumuzu, Özal dönemi buluğ çağımızı, Çiller dönemi gençliğimizi yedi bizim."

"Ertesi gün nöbet kulübesinde oturduğumun ilk yarım saatinde canım sıkılmaya başlayınca aklıma "Bitmeyen Kavga" geliyor. Neymiş bu Bitmeyen Kavga diye sayfaları çevirmeye başlıyorum. Merak ediyorum çünkü bizim oralarda en uzun kavga on dakika sürer."

"Bedenimizi tutsak ettikleri gibi düşüncelerimizi de tutsak etmeye çalışıyorlar. Biz de izin vermiyoruz. Şimdilik bu kadarını bil yeter.
Bana geçiyor gülümseme.
Ne oldu diye soruyor.
Düşünceyi tutamazsın ki. Nasıl tutsak edecekler. Bence siz kazanırsınız. Geri alıyor gülümsemeyi."




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Cellat Ağlıyor - İrfan Yalçın


Ödüllü yazar İrfan Yalçın'dan hayatın basit karmaşasından 12 adet yüreklere oturan hikaye. Özellikle Cellat Ağlıyor ve Kara Katır hikayeleri aralarından rahatlıkla sıyrılıyor. Öyle ki roman bile olsa sayfalarca okunur. İrfan Yalçın ile tanışmama vesile oldu bu kitap. Yazar, basit bir dil kullanıyor, romantik olarak adlandırabileceğimiz bir yazım tarzı var. Sözler buğulu, sürekli bir titreme oluşuyor. Öyküler ise tamamı gündelik yaşamdan genelde kenarda kalmış kişilerin hikayeleri.

"Yağmur dursa da, bütün bulutlar gitse de, onun üstüne yağmurlar yağıyor sanki uzak bir yerlerden öyle geliyor bana, yağmur yağıyor sanki hep."

"Yoksuldular; yalnız üstleri başları değil, yüzleri, bakışları, yürüyüşleri de. Gülüşeri eğri büğrü ve kısıtlıydı çok, korkuyla karışıktı. Sanki hiç sevinmemişler, hep bir şeylerden kaçınmışlar ve yalnız bırakılmışlardı. Bir tokat bekliyor gibi yorgundular."



➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤








Bir Ömür Nasıl Yaşanır? - İlber Ortaylı

İlber Ortaylı'nın sohbetlerinin bile para ettiği günümüzde, güzel bir kaç fikir edinebilmek için okumak istedim hocamızı. Güzel başlayan kitap maalesef benim için pek de iç açıcı olarak gitmedi. İlber Ortaylı büyük bir değer, eleştirmemiz haddimize değil ancak beğenmeme lüksümüz yokmuş gibi herkesin her denileni de direkt olarak yutmaması gerekiyor. Ben kitapta herkes için ufak tefek fikirler çıkar derken, tamamen burjuvazi bir gözle bakılmış, maalesef ki köydeki bir çocuğun hayatının hiçbir noktasında dokunamayacak bir eser olmuş. Bu kötü mü, bence değil. Ama noksan kalıyor bir noktada. Elitistlik konusunda hocaya katılmak ile birlikte, kendi keyif aldığı ülkeleri Avrupa'dan kayırmasına, doğu hayranlığını çılgıncasına vurgulamasına şaşırdım. Objektif kalması gibi bir zorunluluğu yok tabii, bu benim beklentim ile alakalı.
Okuyana, dinleyene, görene mutlaka hoş vakit geçirtecektir bu kitap. İlber Ortaylı'nın Türkçe hakimiyeti için okunabilir.


"Belli ki o insan hayatta düşünmüş, üzülmüş, sevilmiş, görmüş geçirmiş, güzel şeyler görerek heyecanlanmış, felaket görerek heyecanlanmış, endişeli durumlar göreek heyecanlanmış, okumuş, okuduğundan etkilenmiş. Bunlar hep insanın yüzüne yansır. Yaşanmışlıklar erkeğin de yüzüne vurur, kadının da. Bunları yapmayanın yüzünde hiçbir ifade bulunmaz. Öyle gelir, öyle gider."

"Entelektüel, üstüne vazife olmayan işlerle ilgilenen kişidir. Örneğin mesleği kimyacılıktır ama coğrafya veya tarihle de uğraşır, resim yapar. Kendi dünyasının dışıyla ilgilenendir entelektüel."

"Bizim kadrolara yetişmiş insanı tesadüfen alırsın, iyi çıkabilir. Ama onun da garantisi yoktur. İğreti aldığın insanın sana karşı iyi yetişme mükellefiyeti yoktur. Yetiştireceğin dervişe evvela çorbasını ve hırkasını vereceksin, ne olursa olsun."

"Bizim hayatlarımızda öğretmenin yeri artık yok. Ama acilen aramızdaki yerlerini geri almaları gerekiyor. Öğretmenlerin hayatımıza geri dönmesi gerekiyor, hem de birer lider olarak."

"İlgisi, bilgisi dikkat çeken bir insan her grupta rahat eder."

"Hiç değilse bir enstrüman çalmayı bilmek, çocukların da öğrenmesini sağlamak gerekir. Önemli olan onu çok iyi çalmak değildir. Bu süreçte müziği dinlemeyi de öğreniyorsun. Bu, hayatınız boyunca sizinle gidecek bir bilgidir."




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤







Masallarda Bir Peri Çıkar Karşınıza Gerçek Hayatta Öğretmen - Ahmet Şerif İzgören


İzgören'in kitapları genelde 1 veya 2 günde biter. Bu kitap da benim için çok hızlı ilerleyen bir kitap oldu. Öğretmenlik mesleğinin kutsallığını anlatan, ülkedeki çürüyen zihniyeti ortaya koyan bir kitap olmuş. İzgören'in bildiğimiz hüzünlü ve mizahi tarzı devam ediyor. Kişisel gelişim durumundan uzak, şahit olduğu olaylara dayanarak bir araştırma ve eleştiri kitabı konumuna getirmiş. İki küçük beğenmediğim nokta oldu kitap ile ilgili. Birincisi eğitimi yerlerde süründüren siyasi kesim apaçık belli iken, yazar da bu kesime yüklenirken, sonra linç yememek için her iki kesimde de var demesi. İkincisi de hikayelerin zaten dokunaklı olmasına rağmen bir de kendisi gözyaşı sosu eklemesi. Samimiyeti bir nebze azaltıyor bu durum.

"Köylü camiye odun bağışlıyor ama okula bağılşamıyor. Çocuklar derste üşüyor. Üşümesinler diye bir gün sabah erken kalktım, gizli gizli gittim caminin bahçesinden odun çalarken imama yakalandım. Yemediğim fırça kalmadı, cuma hutbesinde bana baka baka hırsızlığın ne menem kötü bir şey olduğunu anlattı durdu."

"Sabahattin Ali'yi arkasından gelerek öldürdüğünde yazarın elinde bir kitap olduğunu ve o sırada hala kitap okuduğunu söyler. Zaten öldürenin elinde kitap olmaz."

"Avustralya'nın böyle bir derdi var mı? Yok, baksana adamın okuduğu kitapta öğretilen slogana:
-Yüreğinin götürdüğü yere git.
Senin en çok gördüğün slogan : 
-Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak!
Farka bak."

"İngilizcede kopya diye bir kelime yok biliyor musunuz? Aldatmak için kullandıkları kelimeyi kullanıyorlar."

"Dünyada devletten en çok ihale alan on şirketin beşi Türkiye'de diye açıklandı."

"Odtü'ye sınavla giremeyecek eğitimsiz insanların bu çocuklara, o okullara yaptıkları eziyet anlaşılır gibi değil."

"İngiltere'de one year off ya da gap year adında bir yıl serbest dedikleri bir kavram var. Çocuk liseyi bitirdiğinde üniversiteye başlamıyor. Gidiyor bir yıl dolaşıyor dünyayı, açlara yardım programlarında çalışıyor, çiftlilerde tarıma yardım edip para kazanıyor, kafelerde çalışıyor, Alaska'da balık halinde balık taşıyor, sonra geliyor ülkesine, ne iş yapmak istediğini keşfetmiş bir birey olarak yapmak istediği işin üniversitesini okuyor."

"OECD ülkeleri arasında, devletin eğitim kurumlarına öğrenci başına en az harcama yaptığı ülke Türkiye."

"15 Temmuz darbe girişiminden sonra devlet okullarında aylarca temel kitapların hiçbiri yoktu. Çünkü tam o kitaplar Fetö mensubu yayınevlerine verilmiş. Onlar da yurtdışına kaçınca ya da yakalanınca, çocuklar aylarca gidip geldi okula."

"Bizdeki sistemin Arapça özeti ;
Külliyen brifing, icraat mafiş, nihayetinde kokteyl."

"Eğitim kötüye gidiyor yazıyorsun. Yazdığının bilimsel bir ispatı yok diyor adam LinkedIn'de, PISA rakamlarını bir koyuyorsun, ağabeyler yok ortada. Ortalık bıyıklı Trump kaynıyor. Bilimin Allah belasını versin! diye dolaşan bir ekip sadece bağırıyorlar ve kendilerinden olmadıklarını düşündüklerinde küfrediyorlar. İki taraf da böyle.
Ve parti sevmeyi ülkeyi sevmek zannediyorlar."





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




____________________________________________________________________
____________________________________________________________________

DERGİ GÜNLÜĞÜ
____________________________________________________________________
____________________________________________________________________





____________________________________________________________________
____________________________________________________________________


BONUS






➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤






➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤






➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


DERGİ DAĞILIMI




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


YAYINEVİ DAĞILIMI



➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




2019 OCAK - 2019 ARALIK
OKUNAN KİTAPLAR & DERGİLER


2 Mayıs 2019 Perşembe

2019 Mayıs Ayı İzlenenler

______________________________________________________________________________
______________________________________________________________________________

2019 MAYIS AYI ÖZETİ
______________________________________________________________________________
______________________________________________________________________________

   
      

      

         

    

       

      

      


______________________________________________________________________________
______________________________________________________________________________




Stoker

Bundan sonraki her filmde Oldboy'un yönetmeni olarak anılacak Chan-wook Park'tan yine sanatsal olarak kaliteli bir iş gibi gözüken gizemli-katil hikayesi Stoker. Senaryoyu Prison Break'ten tanıdığımız Wentworth Miller'ın yazdığını düşünürsek ve bir çok açık olduğunu söylememize rağmen yönetmenliği o kadar iyi başarmış ki filmde sizi dehlizine çeken bir özellik buluyorsunuz. Tüm metaforlar, hikaye anlatımı, kurgu, flashbackler, kısa sekanslar, hepsi de hikayenin sonunu anlatmaya yönelik ince düşünülmüş. Eksik olan bir çok özelliğe rağmen, yönetmenin tek başına varlığı tüm açıkları kapatmış duruyor. 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Yuva

İyi ve kötü yanlarını sandviç modeli gibi yazacağım. 
Çok uzundu. Görsel yönden güçlüydü. Sıkıcıydı. Hikaye orijinal olmasa da fena işlenmemişti. Gereksiz sahneler vardı. Saklı bir fantastik yanı vardı büyülü gerçeklik gibi, hoştu. İlk yarıda uyuduk. Sesler iyi kullanılmıştı. Film bitmek bilmedi. Oyunculuklar fena değildi. Farklı bir film olma kozunu kaçırmışlar. Doğallık dikkat çekiciydi. Manisa Tarzanı daha iyi bir filmdi. Fikir güzeldi. Ana fikir işlenmemiş.
Bu yüzden artı ve eksileri bence eşdeğer bir film. Türk filmlerine göre iyi, festival filmlerine göre vasat kalan bir film olmuş.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Miracle in Cell No. 7

Erkek ağlatan (özellikle kız babasıysa) özelliğinin aşikar olduğu, her dakika duygu patlamasında adeta diken üstünde izleyebileceğiniz bir film. Engelli bir babanın haksız yere suçlanarak hapse girmesi sonucu kızından ayrı kalmasıyla başlayan film tamamen baba-kız birleşebilmesi ümidi ile yoluna devam ediyor. Güney Kore'ye has mizahı, absürd halleri ile sizi eğlendirirken, duygu sömürüsü çizgisini biraz geçerek, eğer bu canınızı sıkmazsa, finaline doğru da sizi hüzünlendiriyor. Ailecek izlenebilecek bir film olduğu kadar, erkekler eğer gözyaşlarını göstermek istemezlerse tek başlarına da izleyebilirler.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Çiçero

Ortalama zekaya hitap eden Mustafa Uslu'nun tarihi gibi gözüküp hiç de tarihi olmayan biyografik filmi Çiçero nereden tutsanız elinizde kalan bir film. Filmin ne anlattığı belli değil, savaş, aşk, intikam, casusluk, entrika gibi kavramların hepsinden var ama hiçbiri tam değil. Başrol oyuncuları ayrı ayrı iyi olsalar da bir arada çok kötüler, hiç inandırıcı değildi aşkları. Dublaj meselesi var ki zaten akıllara zarar. Farklı diller konuşulurken ağız Türkçe, ses dublaj. Türkçe bir çok diyalogta bile ağızlar tutmuyor. Müzik geçişleri felaket. Çekimler reklam çekimi, bir çok filmden sahnelerden arak. Hikaye neyi anlattığı belli değil.
Son 5 senede en fiyasko film bu olabilir. Diğeri de Cingöz Recai idi bana göre.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


The Spanish Apartment

Muhtemelen filme Erasmus komitesi sponsor oldu. Yahu bu kadar güzel anlatılır mı bir öğrenci değişim programı. Aile, sevgili bağlarından sıyrılıp hayatta yeni nefesler hissetmek isteyen bir gencin Barcelona'da Avrupa ülkelerinden gelen diğer gençlerle bir arada yaşamaya başlaması, hem geçmiş hayatını sorgulamasına hem de gelecek hedeflerini çizmesine neden olacaktır. Film size çok şey katmasa da başladığı andan bitişine kadar bir şekilde sizi ekran(perde) karşısında tutmaya yetiyor. Audrey Tautou'nun da ufak bir rolde yer aldığı film beğenilmiş olacak ki, 4 sene sonra ikincisi çekilmiş.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Müslüm

Türk seyircisinin bug'ını bulan Mustafa Uslu'nun en tutarlı olduğu film Müslüm. Bunun en büyük sebebi, senaryonun Hakan Günday elinden çıkmış olması. Gerçekten de başından sonuna kadar bir karakter evrilmesi görüyoruz. Bazı noktalarda çekimler daha da vurucu olabilse belki de ülkede çekilen en iyi biyografik film niteliği de taşıyabilir. Senaryodaki psikolojik öğeler kısmen iyi verilebilmiş. Ön yargı ile yaklaştığım film beni tatmin etti. Müslüm Gürses'in hayatına dair bilmediğim özellikleri görmüş oldum. 

 



➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Escape Room

Evden kaçış hikayeleri, kapana konulan zeki kişileri anlatan filmler her zaman dikkat çekici ve heyecanı kendinden teşne olur. Escape Room bu filmlere ufak tefek farklılıklar getirerek kendi tarzını ortaya koymuş ve sanırım Testere serisinden sonra bu tarz filmler arasında en başarılı yapım olarak aradan sıyrılmış gözüküyor. Birincisi olay örgüsü sadece kapandan çıkış öyküsü değil ki bunu film sonunda ikinci filmin geleceğinden anlıyoruz. İkincisi ise tek mekan ya da aynı tarz mekanlardan öte, bir çok farklı tarzda mekan ile multi-fear ortamı yaratmışlar. Birinden etkilenmezseniz diğerinden etkileniyorsunuz. Kısaca eğlenmek için güzel bir seçim olabilir. Heyecanlanacağınızdan emin olabilirsiniz.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


In the Aisles


Transit'ten tanıdığımız Franz Rogowski ve Toni Erdmann'dan bildiğimiz Sandra Hüller'i bir araya getirmiş oldukça sade bir aşk filmi "In the Aisles". Bir süpermarket içerisinde geçen, forklift üzerinden anlatılan birbirine bağlı 3 hikaye anlatılıyor. Önceki hayatından uzaklaşmak isteyen Christian, bir işe başlıyor, Bruno ismindeki deneyimli personelin yardımıyla işi öğrenmeye başlıyor ve çalıştığı yerde Marion ile karşılaşıyor.  Bu karşılaşma ve sonrasında ise duru bir aşk öyküsüne doğru yol alıyoruz. Yavaş ilerleyen yapısı ile belki sıkılabilirsiniz ama sanatsal anlatımı ile vay be diyeceğiniz anlar olacaktır.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤







Arada

Tek tek güzel, bütün halde kötü bir film. Punk müziği temeline alıp, bir gecede bir punk şarkıcısının hayatının değişmesine tanıklık ediyoruz. Bir gün boyunca İstanbul'un belli underground mekanlarına girerek hayatıyla alakalı alacağı kararı düşünen Ozan karakterini anlatıyor senaryo. Bir kere Punk müzik sadece film sonunda çıkan Rashit sesiyle yer alan şarkıdan ibaret, geri kalan hiçbir yerde Punk ile ilgili nokta atış tespit göremiyoruz. İyi olan ise müziklerin doğu-batı çatışması hakkında söylenen güzel sözler. Doğru olanı aktarmışlar aslında. Finale doğru gerçekleşen sahneleri sevdim fakat hikaye o kadar kötü anlatılmış ki, neden sorusunu sürekli soruyorsunuz filmde. Açıkçası fikir güzel, uygulama eh işte ama final kötü olmuş. Oyuncular olabildiğince iyi seçilmiş ancak babayı oynayan oyuncu felaketti ilk 5 dakika kapatmayı düşündüm. Amatör bir film görüntüsünde. Yine de değişik bir deneyim.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




A Taxi Driver

1980 senesinde üniversite öğrencisinin, işçinin ve sivil vatandaşın devlet eliyle hayatını kaybettiği Gwangju Katliamı'ndaki gerçek bir hikayeye dayanıyor film. Almanya'dan olayları görüntülemeye gelen bir gazeteci, polisler tarafından kapatılmış Gwangju kasabasına girebilmek için taksiye ihtiyaç duymaktadır. Taksi şoförü de tesadüfen orada bulunan muhafazakar liberal bir adamdır. Olayların içine girdikçe hayatında kenarda durmaktan dolayı vicdan azabı yaşayarak komünist olarak gözüken öğrencilere yardımcı olmayı seçer. Film zamanüstü bir durum taşıyor. O yıllarda gerçekleşse de hala ülkemizde bile bu tarz durumlarla karşı karşıya kalmamız çok acı. Her millette her ülkede hala daha bu tarz durumlar oluşuyor demek ki.  İzleyiniz, komedi, dram ve hüznü bir arada harmanlamış bir film.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




Bir Aşk İki Hayat


Ya arkadaş bizim sinemamız neden böyle? Bakın ülkenin en başarılı yapım şirketleri bir film çıkarıyor. Müzikler çok güzel, oyunculuklar çok iyi, Kadıköy'ü merkezine almışsın, e hikayende klişe falan ama idare eder. Bir de üstüne iki hikayeyi birlikte götürüp zeka seviyesi yüksek seyirciye hitap ediyorsun. Ama olmamış. Sesleri stüdyoda eklemişsiniz, Kadıköy vurgusu yok, müzikler etkisini kaybediyor, öyküyü hiç ama hiç verememişsiniz. Yahu iki farklı hikaye benzer süreler yer almalı, hem dengesizlik var, hem de büyük tutarsızlık. Olması gereken en önemli sahneler en özensiz sahneler. Gişe filmi yapmak kolay gerçekten bunu anladım. Halbuki Issız Adam'ın eksik kaldığı noktaları kapatabilecek bir hikaye çıkabilirdi. Bak aklıma geldi bir de anne baba hüzünleri var, gören güler gerçekten. Bu kadar mı zor duygusala bağlamadan karakter derinliği vermek?







➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤














➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤











➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


BONUS




Boş Odalar
 (Tiyatro)

Geçtiğimiz aylarda sebebi belirtilmeden iptal edilen oyun sanki sadece tarih doldurmak için konulmuş gibi bir hafta süreyle tekrardan takvime alındı. Devlet tiyatrosu olduğu için (şartlar belli) kötü şeyler söylemek istemiyorum ama kostümünden, dekoruna bari biraz özenseydiniz yahu. Zaten 1 saatten az bir oyun, biraz güzel bir şeyler çıkarsaydınız. Amatör bir oyun gibi gözüktü. Seyirciler de şaşırmış olacak ki normal bir pantomim gösterisini ayakta alkışlayacak duruma geldi :)  Kötü bir oyun maalesef, tekrar gitme isteği uyandırmıyor.

Text : Altmetine o kadar yüklenmişler ki üstünde bir metin kalmamış. Dayanağı yoktu. Doğal olarak sıktı.
Yönetmen : Bu oyunda bir şeyler eksik, sanki çıkarmak istenmemiş gibi bir hava var.  Zaten yönetmen kısmında "Ekip" yazıyor. Bu nasıl bir iştir anlamadım, bana da düşmez sorgulamak.
Dekor : Dekor yoktu, oyunun en can alıcı kısmı duvar verimsiz kullanıldı. Ağırlığını hissettirmedi.
Müzik : Tek beğendiğim yanı. İçtenlikle alkışladığım tek kısımdı.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Kantocu
 (Müzikal)

Haldun Dormen'in keyifli metni ve Sabri Özmener'in neşeli dokunuşları ile 2,5 saatten fazla olmasına rağmen bir dakika bile sıkmayan bir müzikal ortaya çıkmış. Cumhuriyetin kuruluşu sırasında ülke içeriden ve dışarıdan düşmanlar ile uğraşılırken bir de gündelik yaşamda sanat engellerine maruz kalınan bir döneme uzanıyoruz. Sadece gayrimüslim kadınların tiyatro ve kabareye çıkabildiği bir dönemde müslüman kadınların var olma çabasını Atatürk ile birlikte kazanıldığı vurgulanmış oyunda.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Ölmediğim Günler
 (Tiyatro)
Brezilya'dan palyaço akademisinden geçen sene olduğu gibi bu sene de renkli, sesli ve ritmik bir oyun. Gündelik yaşamdan, rutinden, monotonluktan, her gün aynı şeyleri görmekten, aynı şeyleri yaşamaktan korkuluğa dönenlere yapılan göndermeler içeriyor oyun. Küp içerisinde yer alan ışıklı gösteriler ve ritmik sesler ile birlikte oyuncuların müthiş uyumu başarılı bir sonuca götürüyor. Sürpriz sonu ile de kısa süren fakat etkisi uzun süren bir temsil izlemiş durumdayız. Academia de palhacos her sene festivalleri renklendiriyor. Umarım seneye de görürüz onları.






➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤






Şefler
 (Tiyatro)
Geçen sene Gagfather oyunu ile kaba komediyi dinamik oyuncularla birleştiren Yllana tiyatrosu bu sene yeni bir ekip ile Şefler oyununu sergiledi. Bu sefer kadın karakter görmekten mutlu oldum. Tabii ki bu tarz temsillerde çeşit çok olmadığı için ancak aynı tiyatronun diğer oyunları ile kıyaslayabiliyoruz. Şefler, Gagfather'a göre daha iyi yazılmış bir oyundu bana göre, ses eşleşmeleri daha tutarlıydı, hatta mükemmeldi. Ekip de sempatikti fakat bir kişi hariç canlılık öncekilere göre daha azdı. Eyvallahı olmayan bir tiyatro Yllana tiyatrosu, bu sene de bunu gösterdiler ve interaktifin boyutunu aştılar. Katılan seyircilerin de mutlulukla reaksiyon göstermesi ise oyunu olabileceğinin en üst noktasına çıkardı.
Gayet güzeldi, hiç bitmesin istedi tüm salon.












➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Kosovalı Peer Gynt
 (Tiyatro)
İstanbul Devlet Tiyatrosuna ait olduğuna şaşırdığım bir oyun oldu. Bu maalesef iyi anlamda değil bu sefer. Ülkede yer alan karışıklık nedeniyle başka bir ülkede yaşamak isteyen Peer'in hikayesine odaklanıyoruz. Bir çok ülkeye başvuruda bulunup sürekli red cevabı alan mülteciler yaşamak için yasadışı yollara başvurmaktadırlar. Hikaye kötü değil, dekor, dekor kullanımı, müzikler gayet güzel. Peki oyunu sıkıcı ve bunaltıcı hale getiren nedir diye soracak olursanız, metnin kötü işlenişi, birbirinden alakasız sahneler (ki alakasız olup hikayeyi anlatabilirdi) ve en büyük etken abartılı oyunculuklar. Sahnenin tepesinde çeşitli ülkelerin bürokrasisini temsil eden oyuncu dışında hepsi vasattı. Öyle ki bir çok figüran bile daha dikkat çekici ve oyunun içindeydi. Bilerek mi bu yola başvuruldu orasını bilemem, ancak bu dekor, bu müzikler bu hikaye kötü yansıtılmış. Elbetteki emek verildiği için saygı gösterilmeli fakat maalesef iyi bir temsil değil.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




Sıradışı Zamanlar
 (Tiyatro)
Basit ama çok etkili bir dekor, basit diyaloglar, sade kostümler ve ortaya çıkan ilginç ve bir o kadar da güzel bir temsil. Sıradışı Zamanlar, savaşın ortasında hayalleriyle yaşan Tubby ve Nottuby adlı iki karakterin dostluğuna odaklanıyor. İkili oldukça saf ve biraz da ahmak karakterler. Bu dünyanın acımasızlığı karşısında saflıklarıyla tamamen tahrip olarak, yüzlerde buruk bir gülümseme bırakıyorlar. Hikayede çok fazla metin olmamasına rağmen hikaye anlatımı ara sahneler ve ikilinin uyumu gayet eğlenceli bir seyir ortaya çıkarmış. Denk gelirseniz izleyebilirsiniz.
Teknik konularda bir iki ufak arıza yaşansa da izlenebilir güzel bir temsil.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤






Barbara'nın Doğumu
 (Tiyatro)


Durağan başlayıp gittikçe dinamikleşen hüzünlü bir hikaye Barbara'nın Doğumu. Çoğu Türk uyarlamalarında gördüğümüz üzere bolca diyalog içeriyor. Beylik laflar da cabası. Ancak can sıkıcı değil. Bunda oyuncuların katkıları yüksek. Özellikle Barbara'yı oynayan Ege Seçkiner harikaydı. Sırf onun performansı için bile izlenir bu oyun. Bazı karakterler gerçekten hem zor oynanabilecek seviyede yazılmış, hem de parlatılabilirdi rahatlıkla. Genel itibari ile güzel bir oyun izlediğimizi düşünüyorum. Herkesin emeğine sağlık.






➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




The Band
 (Dans)

The Band bir ilişkinin inişli çıkışlı hikayesi ile birlikte, iki kişinin de kendi işlerinde başarıya ulaşma isteği sürecini anlatıyor. Dans, tiyatro ve sirk gösterisini harmanlamış biçimde zayıf başlayıp güçlü bir finale doğru gidiyor. İkilinin uyumu gayet güzeldi, müziklerin seçimi süperdi. Çok çalışıldığı da belli fakat müziklerin geçişleri, anlatılmak istenen hikayenin benzer hareketlerle yüz üstü anlatımı, fazla jest olmadan anlatıldığı için de sahnelerin birbirinden bağımsız gibi gözükmesi oyunu bir nebze geride bırakmış. Zaten farkettiğim kadarıyla festival sürecinde en az coşkuya sahip oyundu. 







➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Carmen
 (Müzik Tiyatrosu)

Gürcistan Müzik ve Dans Tiyatrosundan 1 saatlik Carmen uyarlaması, sözsüz ve lirik dansa dayalı bir gösteriydi. Carmen'in entrikalı hikayesinin her evresini kısa geçişlerle anlatabilmişler. Parçalardaki neşeli ve dramatik öğeleri iç içe kullanarak hem kısa sürede başarılı bir anlatım bulmuşlar hem de dinamizm nedeniyle sıkmayan, hatta gösteri hiç bitmesin dediğimiz bir temsil gerçekleştirdiler.
Yer alan oyuncular, mimikleri de yerli yerinde kullandılar.
Kısacası görsel bir şölen diyebiliriz.




______________________________________________________________________________
______________________________________________________________________________

Dizi Günlüğü
______________________________________________________________________________
______________________________________________________________________________




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤










➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤






➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



OCAK-ARALIK İZLENEN FİLM ÜLKELERE GÖRE DAĞILIMI





2019 OCAK-ARALIK İZLENEN 
FİLMLER & DİZİLER & SAHNE SANATLARI