28 Aralık 2023 Perşembe

2024 Ocak-Şubat Ayı İzlenenler

              

 _________________________________

2024 OCAK - ŞUBAT Ayı İzlenenler
_________________________________
    

         

      

      

   

   

      
  

_________________________________
 



Triangle of Sadness

Ruben Östlund, her yeni filminde bir öncekinin üzerine koyabilen bir yönetmen. Ahlaki ikilemler üzerine pek de tartışmaya yer açmadan fikrini inceden belli eden filmlerinde, sürekli olarak kapitalizm eleştirileri yer alıyor. Square'deki duyarsızlığın ve sanatsal eleştirinin üzerine bu filmde de yine sınıfsal çatışmalar yer alıyor. Üç aşamadan oluşan film ilk bölümünde güzellik anlayışı ve erkeklik üzerinden eleştirilerini sunuyor, ikinci bölümde ise sınıfsal bir çatışma ele alınarak, hem kapitalizm hem de komünizm eleştirileri bir arada oluşuyor. Son bölümde ise gücü elde eden kişiler için tersine bir dünya yaratılıyor. Tüm sahnelerin uzun uzun anlatılması ve seyirciyi rahatsız etmesi üzerine kurulmuş film aslında hedefine de ulaşıyor. Güzel mesajların ötesinde verilen mesajların çok açık olması bilhare beni rahatsız etti. Durum komedisinden daha çok sit-com'a dönüşüyor bir noktadan sonra. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Beautiful Beings

Yönetmeni kısa filmi olan Whale Valley ile tanımıştım. Tam anlamıyla şok olmuştum. Uzun metrajlı filmi Heartstone ile birlikte ergenlikte erkeklik meselesini heteroseksüellikte anlatırken incel bir çizgide yürüdüğünü göstermişti. Beautiful Beings'te de benzer bir çizgide, matematikte ilerliyor. Bu sefer 2 arkadaş üzerinden değil bir arkadaş grubu üzerinden kuzeyli erkeklerin büyüme mücadelesini izliyoruz. Gençlik filmi olarak çok başarılı ele aldığını söylemek gerekiyor. Pastel renklerle çizilmiş dünya ise depresif bir seyir keyfi veriyor. Ancak önceki filmlerdeki meselelerden çok farklı bir şey görememem, hatta her yeni filmini izlediğimde beklentilerimin daha da düşmesi yükselen bir yönetmen imajını zedeliyor. Aynı matematikte filmler çıkarması değil, bu çizginin yeni bir yöntem ya da hikaye vermemesi asıl problem. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


The Raid 2

Vigilante kültürü bazen ülkemizde yaşadıklarımız nedeniyle bünyeye iyi gelebiliyor. En azından yılda bir kez vücutta biriken aksiyonu bir film üzerinden atmak rahatlatıcı bir eylem yaratıyor. The Raid filmi ile sonuna kadar heyecanı elinde tutan başarılı bir iş çıkaran Gareth Evans belki de Endonezyanın milli harcamalarının tamamını bu filme yatırmış. 2,5 saatlik bitmeyen bir şiddet, daha çok şiddet, çok daha fazla şiddet izliyoruz. Dinamik kamera çok etkili. Görüntü anlamında bir kavganın çekilebilecek en iyi şekliyle yansıtılmasını sağlamış. Eh konu da güzel, en azından katmanlı bir içerik sunuyor. Karakterlerin orijinalliği de güzeldi. Dolayısıyla aksiyon filmi izlemek isteyenlere mükemmel bir alternatif çıkıyor ortaya. 


 

➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Fallen Leaves

Aki Kaurismaki, pastel dünyasına yeniden bizi davet ediyor. Alışageldiğimiz sinema dilinin tüm öğelerini bu filmde de kullanıyor. 2 işçi, vurdumduymaz bir hayat hikayesi, köpekler, alkol, sigara ve donuk diyaloglar. Aki'nin en iyi filmi mi tartışılır ancak yine tatlı noktalardan yakalıyor seyirciyi. Biraz filmin beni aşağı çekmesinin sebebi de bu detaylar olduğunu düşünüyorum. Birkaç filmi izleyeyen kişiler, bir sonraki sahnede, sokak serserilerinin adamı tartaklayacağını önceden anlayabilirler mesela. Çünkü filmin matematiği bunu gerektiriyor ve sürekli aynı matematiği kullanıyor. Sanırım bu formül çok cezbedici gelse de birden fazla tekrar da insan yeni bir denklem bekliyor. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



The Holdovers

The Holdovers, 80'ler sonunda izlediğimiz ikili ilişkilere dair tatlı filmleri anımsattı. Zoraki biçimde bir arada bulunması gereken 2 zıt karakterin çatışması, iyi verildiği zaman unutulmaz bir deneyim yaşatabiliyor. The Holdovers bu duvara tamamen yaslanıyor ve hikayelerin sunumunda tamamen eski usul kullanıyor. Filmin vermek istediği mesajları çok fazla göze sokarak yapması bir miktar rahatsız etti. Kötüler saf kötü, ana karakterlerimiz çok karikatürize ve finale gidiş yolu çok belli. Tamamen 80'leri anımsattığı için minnettarım ancak bir iki dokunuşla modernize edilebilirdi.   




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



No Hard Feelings

Jennifer Lawrance'i başka hiçbir filmde görmediğimiz ve sanırım tekrar da göremeyeceğimiz bir şekilde yer almakta Nor Hard Feelings'te. Salak ergen, maskülen kadın. Parayla tutulan dadı, çocukluğunu yaşamayı özler. Örneklerini defalarca görebileceğimiz kaba bir komedi. Jennifer Lawrance'in donuk yapısı kurtarıyor filmi. Çok daha güzel örnekleri var. Ancak bir pazar günü kahvaltı sonrası izlemek isterseniz hayır da denmez. Çerezlik. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Dream Scenario

Kristoffer Borgli bir önceki filmi İlgi Manyağı (Syk Pike) ile yakaladığı ivmeyi benzer bir konu etrafında yeniden örüyor. İlginin insan üzerinde yarattığı travmatik etkileri yine odağına alan yönetmen, çekim tekniği ve kurgudaki yeteneği ile sonuan kadar heyecanı diri tutmayı başarıyor. Nicholas Cage için hayatının en iyi rolü gibi yorumlar vardı, katılmıyorum buna ancak çok iyi bir performans çıkardığı aşikar. Filmin karanlık yapısı çok dozunda ve sanırım Borgli filmleri gibi bir tür oluşacaktır bir süre sonra. Dream Scenario herkese göre olmayan, sevenlerin de ilginçmiş gerçekten diyip üzerine konuşabilecekleri türden bir film. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Anatomy of a Fall

Anatomy of a Fall haklı haksız kavgasına rahatlıkla girebileceğimiz bir suç-intihar ikilemine sokuyor bizi. Mahkeme filmlerini sevenlere inanılmaz bir hediye oldu bu sene. Filmin yaptığı en iyi iş ilmek ilmek bir düşüşün incelemesine girmesi. Olayın gerçekleştiği sıradaki müziğin tekrarının sinir bozuculuğundan, cinayet soruşturmasından, çocuğun duygusal değişimlerine kadar bütün sahneler ana hikayeyi besliyor. Uzun olmasına rağmen bir dakika bile yormuyor bu yüzden. Artık algılarımızın çok çabuk dağıldığı bir dönemde göz kırpmadan sonuna kadar izlettirebiliyorsa çok başarılıdır bana göre. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



The Teacher's Lounge

İlker Çatak'ın Almaya'dan Oscar adayı olan filminde bürokrasi ve insan hakları ile savaşmak zorunda kalan bir öğretmeni izliyoruz. İnsan haklarıyla nasıl savaşılır demeyin, ne kadar düzgün bir biçimde ilerlenirse de toplum sorunlarına çözüm bulunamıyor bazen. Demokratik toplumun eğitimsiz olduğunu anladığınızdaki çaresizlik hezeyanını Türkiye'de yaşayan biri olarak fazlasıyla hissettim. Filmde konu olna hırsızlık suçuyla karşı karşıya kalan bir öğretmenin, haklı olmasına rağmen tüm okların nasıl ters döndüğünü gerilimli biçimde hissediyoruz. Yönetmende en sevdiğim özellik seyirciyi salak yerine koymaması oldu. Filmde kullandığı müzik biraz sinir bozsa da amaca hizmet nedeniyle dokunulmaz gibi. Finali ise fazlasıyla gülümsetti. Almanya'da "Afire" filmi ile çekişmesine rağmen bence yabancı dilde Oscar adayı olmayı fazlasıyla haketmiş. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Afire

Christian Petzold'un hikaye anlatıcılığı bence şaheser. Undine'de biraz yalpaladığını düşünsem de Afire'da çok iyi toparlıyor. Bir metafor üzerinden yeni bir yazarın gel-gitlerini oldukça sade bir anlatım ile aktarmış. Yangın metaforu çok iyi işliyor. Gitgide büyüyen ve kimsenin acil durum karşısında olanları beklediği zamanların gerginliği güzel verilmiş. Yazarın kendini beğenme süreçlerini çok içselleştirdim. Özellikle  başarı potansiyeli olan bir yazarın kıskançlıkları ve egosu nedeniyle kendisine ket vurması durumunu, hayatta yaşadığım ve ego gösterdiğim tüm alanlarda aslında haklı olduğumu düşünsem de dışarıdan nasıl gözüktüğünü anlamamam ile birleştiriyorum. İşinde başarılı hayatta başarısız karakterlerin her zaman yanıbaşımda yerleri var. Kimine göre sünepe, boşboğaz gelen bu karakterlerin aslında içindeki yangınları da filmin bir nebze gösterebildiğini düşünüyorum.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



The Goddess Of Fortune

Ferzan Özpetek, çokeşli insanları sevindiren filmlerine devam ediyor. Bir nebze çağdaşlığı da aşan filmleri aslında tatlı bir tat bırakmayı da başarıyor. Hayat bazı şeyler için uğraşmaya çok kısa düsturu üzerinden ilerleyen film, yine Ferzan Özpetek filmlerinden alışık olduğumuz queer bir çift üzerinden yolunu bulmaya çalışıyor. Bir pazar günü filmi olma özelliğini de başarıyla taşıyor. Ben filmde, Şans tanrıçası metaforunun hikayeye asla katkı vermediğini ve ana eksende olmaması gerektiğini düşünenlerdenim.  




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Louis C.K. at the Dolby

Louis C.K. hakkında olan taciz iddiaları hakkında bir yorum yapmayacağım. Başka bir zamanın konusu. Bazen kişilerin kendilerine yöneltilen iddialarda nasıl davrandığına bakıyorum. Louis'in geri adım atmaması ve üzerine şakalar yapması büyük bir meydan okuma bana göre. Stand up'tan daha büyük bir iş modelinin olmaması nedeniyle stand up'larına ayrı bir hazırlanma süreci geçirdiği belli çünkü ofansif şakalarının çoğu çizgiden dönecek cinsten. Gerçekten bazı duyarlılığı olan (olmaması gerekir o ayrı) insanların bam teline öyle bir basıyor ki, insanın içinin yağları eriyor bu vasat toplumlara karşı. Ancak bazen de tercihlere karşı yaptığı şakalar ofansif kısımdan çıkıp artık suça dönüşebiliyor. Ben din anlamında yaptığı şakalarda tam not veriyorum ancak sonraki aşamada ilişkiler, cinsiyetler ve yönelimler anlamında yaptığı şakalarda yokum. İstediği gibi şaka yapabilir o ayrı. Her şeyin şakası yapılır ve yapılmalı. Hep karşılaştırılır ben de karşılaştırayım. Ricky Gervais'in son gösterisinden iyi ama kendisinin önceki gösterilerinden kötü.

Roast kültüründe artık belli yaş üstü insanların çekilmeleri gerekiyor.



 
➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Armageddon

Ricky Gervais kendisine yer edinmiş, bazı konularda krediyi toplayabilmiş ve agresif espri denince akla gelen ilk kişilerden biri. Bu nedenle yeni gösterisini çok fazla provokatif olacağı beklentisi ile izledim. Maalesef bırakın provokatif olmayı, kendi düşünceleri ile ilgili altı dolmayan sadece fikir aktarımı ile yapılmış bir gösteri buldum. Herkesten farklı düşünmeyi, görülmeyeni aktarma olayı zeka isteyen bir iş farkındayım. Bu işi başarıyla sürdürebilen kişiler varken, alanında duayen dediğimiz kişilerin vitesi düşürmesini anlamlandıramıyorum. Yapmışken yapıştırıp geçmek gerekiyor tüm aptal toplumlara. Ne din, ne ırk, ne de cinsiyet ve diğer karakteristik olmayan özellikler (kişinin seçemediği alanlar) için yapılan şakalara alınan her kim varsa aforoz edildiği bir komedi etkisi beklerdim. Beklentilerim yüksekti, belki de hata bende.



 

➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Eski Karanlık Güzel Günler

Cesaret isteyen işleri ve çalışkanlıkları ile son birkaç yılın en öne çıkan tiyatrolarından biri BaküsSahne. Yeni Nesil Tiyatro ile bizi tanıştıran ekibin, dijital ile sahneyi birleştiren oyunlarını çok seviyorum. Bazı Detaylar oyununda daha çok temsil ile bütünleşmiş bir yapıda iken bu sefer dış çekimler oyun lineer ilerlemiyor. Eski Karanlık Güzel Günler, 3 karakterin çocukluklarından kalma karakterlerine getirdikleri özellikleri gün yüzüne çıkardığı bir oyun. Oyunda çeşitli "trick"ler mevcut. Olağandan farklı bir anlatım var. Ben karakterlerin gözünden sırasıyla anlatılan bir hikaye olarak algıladım ama çok katmanlı bir metin yaratılmaya çalışılmış. Biraz da zorlaşmış seyir açısından ama keyifliydi ve nostaljik görüntüler ile dinamizm kazandırılmış. Ben bu konseptin hikayeye biraz fazlaca yedirilmeye çalışıldığını düşünüyorum / bazı alanlarda zorluyor hikayeye girebilmek için ama asla uzaklaştırmıyor küstürmüyor. Dış çekimlerin kalitesi çok iyiydi. Festival filmi izler gibi izledim. Oyuncuların, metin gereği başta seyirciyi çekememesi durumu oyunun ikinci yarısında değişiyor ve performanslar ön plana çıkmaya başlıyor. 
Sonuç olarak farklı işlerin, tutarlı ve güzel konseptleri izlemekten keyif alıyorum. Bu oyunu da başarılı buldum. Biraz daha durum mizahı olabilirdi / metin içerisinde buna gönderme de var. Biraz daha ana konseptin (nostalji ve çocukluk travmaları) hikaye ile bütünleşmesini beklerdim. Bu haliyle bile bilindik tiyatroların birçok oyunundan çok daha üstüne çıkmaya yetiyor. 






➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




Karmakarışık

Karmakarışık, Ray Cooney'den alışık olduğumuz karmaşa mizahını sürdüren bir oyun. Bir bürokratın, yasaklı gönül ilişkisi içerisinde bir de öldürülme ihtimalinin yer aldığı kaosta, hem kendi itibarını korumak hem de bulunduğu durumdan kurtulmak üzerine yaratılan "yanlış anlaşılma" komedisini eğlenceli biçimde izliyoruz. İstanbul devlet tiyatrosuna ait oyunda oyuncuların seçimi ve enerjisi gayet yüksekti. Erkan Taşdöğen'in abartısız oyunculuğu en mühim rolün dinamizmi sürdürmesini sağlamış. Fatih Kahraman ise oyunu aşağı çeken tüm detayların tamamını yukarı çekmiş. Eğlendik fazlasıyla.




 

➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



444
444, bir çağrı merkezindeki çalışan eski ve yeni personelin bir gecede yaşadığı bir aydınlanmayı ele alıyor. Oyunun başından itibaren tekinsiz bir hava mevcut ve seyirciyi, karaketerler bu bilinmezliğe iyi bir şekilde çekiyor. Oyundaki ters köşeler de eğlenceli biçimde verilmiş hiç sırıtmadı. Genel itibari ile baktığımızda oyunculuklar, metin ve sunuş gayet güzeldi ancak bu oyun harikaydı diyebilmemi engelleyen bir durum söz konusu. O da finali ve mesajı. Oyun yapısı gereği finale hazırlıyor sizi. Baştaki kamera mevzusu ve sürekli olarak kamera kullanımı, beklentileri artırıyor ve bağlama konusunda ilginç bir şey bekliyorsunuz. Yine ilginç bir şekilde bağlanıyor ancak o kadar yüksekten bakıyor ki final, "işte gördünüz mesaj böyle verilir" tarzından daha çok şok edici bir final beklemekteydim. Sürpriz bozmamak adına anlatamıyorum ama final oyunu 1-2 gömlek aşağı çekiyor. 


 

➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Misafir

Kırmadan dökmeden, Ad hominem yapmadan yorum yapmaya çalışacağım. Öncelikle belirtmeliyim ki son 4-5 yıldır izlediğim en "olmamış" temsildi. Devlet tiyatrolarında oynayan arkadaşların, yönetenlerin, dekordan tekniğe ilgilenenlerin iyi niyetle çıkardıklarını ve işlerini iyi yaptıklarını görüyorum. Fakat o kadar uyumsuz bir temsil seçilmiş ki şehir içerisinde göstermek için, ben oynayan kişiler yerine utandım gerçekten. Köy seyirliği olabilecek bir oyunu deneyelim bir bakalım diye mi koyuyorsunuz cidden önümüze? Bunu söylüyorum çünkü hem köy seyirliği kadar kafa yormayacak bir oyun hem de çeşitli metaforlarla modernize edilmeye çalışılmış bir oyun görmekteyiz (kafası karışık bir iş olmuş). G-te karanfil şakası, osuruk şakası, erkeğin kadını abartılı şekilde temsili, kötü cinsiyetçi şakalar, kaba komedinin aşırıya kaçması gibi gerçekten köy seyirliğinde bile sası duracak bir gösteriye Antalya seyircisinin kahkahalar atması da ayrı bir "utanç" krizi yarattı bende. Oyuncuların yüksek çabasıyla yine keyif aldım birkaç kısımda güldüm. Ancak temsilin kaynağı, mesajı, sunum şeklinden pek haz etmedim. 
Almanya'ya giden bir insanın çektiği çileyi anlatmak için "arı vız vız vız" oyunu ile hatıralarda canlandırmak köyler kasabalar için ilgi çekici olabilir ama bunu şehirde yeni oyunumuz diye sunarsanız kusura bakmayın da emeğinize ve vergilerimizin de doğru şekilde değerlendirildiğine pek emin olamıyoruz. 
Ben böyle düşünüyorum diye oyunu karalayacak değilim. Herkes elinden geleni yapmış ama devlet tiyatrosuna yakışmıyor lise müsameresi tarzında bir "metin"! 
Bu oyun 2 kez ertelenmişti oyuncu rahatsızlığı yüzünden.
Bence oyuncular "oynamaya" rahatsız. 
Gören varsa bu tenktileri değerlendirir umarım. Kimseyi kırmak değil niyetim.




 ➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤







➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤

OCAK-ARALIK İZLENEN FİLM ÜLKELERE GÖRE DAĞILIMI






2024 OCAK - ARALIK İZLENEN 
FİLMLER & DİZİLER & SAHNE SANATLARI