31 Mayıs 2020 Pazar

2020 Haziran Ayı İzlenenler

_________________________________

2020 HAZİRAN AYI ÖZETİ
_________________________________
   
  
       

      

      

      

      

      

      

      


_________________________________




1982

Bir çocuğun gözünden Lübnan'ın işgal edilmesini anlatan filmde, dramatik öğelere yer vermeden sade bir şekilde hikayesini anlatmaya çalışıyor. Okulda öğretmenlik yapan kişilerin işgal tedirginliğine rağmen profesyonel davranıp işlerine devam etmeleri filmin büyük bir bölümünü kapsıyor. Yer yer durağanlaşması ve ana hikayeyi besleyebilecek bir çok tematik sahne konabilecekken nedense dağınık bir gidiş seçilmiş. Finalinde anlıyoruz ki hikaye bir çocuğun aşk ve savaş gibi iki kavramı aynı dönemde görmesi. Bu yüzden tüm konuların bu hikayeyi beslemesi gerekiyor. Ya da yan hikayelerin de kendilerine ait bir yansıması olması gerekiyor. İkisi arasında kalmış gibiydi. Filmde geçen animasyonları sevemedim. İzleme keyfini gerçekçilik üzerine kurarken ansızın yerle bir ediyor. Yine de tedirginlik kısmını başarıyla vermeleri, objektif bir şekilde yansıtmaları, konu çok başka yerlere çekilmeden akması gayet güzeldi. Şans verilebilir. Ben Nadine Labaki için izledim diyebilirim. Onun oyunculuğunu görmek bile güzeldi. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Kraliçe Lear

Mersin'in bir köyünde yaşayan kadınların tiyatro yapma sevdası ile yola çıktıkları yolculuğun neredeyse 20 yıl sonrasına gidiyoruz bu sefer. Pelin Esmer, belgeselleştirerek bize aktardığı "Oyun" adlı yapıttan sonra aynı köylü kadınların çevre köylere kattığı güzellikleri yine samimi bir şekilde anlatmış. Köy hayatını aşağı yukarı bilenlerin büyük keyif alacağını düşünüyorum bu belgeselden. Kadınların yıllar geçtikten sonra artan özgüvenleri, birbirileri ile olan konuşmaları duygulandırdı. Gittikleri köyde bir adamın yol yok burada siz oyun oynuyorsunuz. Gerekli mi bu şimdi diyerek çıkışmasının aynı gecesi tiyatroda rol alması çok güzel bir detaydı. 
Özellikle çocukların merakla tiyatroyla ilgilenmeleri, yaşları büyüdükçe yaşadıkları coğrafyadan çıkamayacaklarını anlamaları gibi yaşayan halkın hapsolduğu bir yaşamda, bir gün de olsa hayatlarına renk katmaları nedeniyle bu 5 kadının yaptıklarına büyük saygı duydum. Çok güzeller. Hepsi tek tek.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Love at First Fight

"İlk Güreşte Aşk" olarak gerçekten yaratıcı ve güldüren bir çeviri ile ülkeye kazandırılmış "Love at First Fight" filmini Adele Haenel için izlediğimi yadsıyamam. Askerlik yergileri ile dolu filmde, erkek gibi yetişen adeta bir "Tomboy" erkek fatma diye nitelendirebileceğimiz bir hanım kızımızla bir işçi gencinin bir yaz içerisinde geçen aşk muhabbetini izliyoruz. Konu çok ilgi çekici değil, ancak kalıpların dışına çıkması babında dikkate değer. Karakterlerin farklılığı nedeniyle mizah unsuru ön plana çıkıyor ve yer yer güldürüyor. Fakat aşk muhabbetlerinde biraz geri planda kalıyor. Onu da Adele Haenel kurtarıyor. Çok ortalama bir film gibi dururken, hem esprilerin güzel kullanımı hem de başrollerin ortalamanın biraz üstü oyunculukları ile kurtarılmış bir film olarak gözüküyor. Kötü bir fikir iyi bir uygulama ile izlenebilir hale getirilmiş.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Dönersen Islık Çal

Orhan Oğuz'un yeraltı filmlerinin en baş köşe filmlerinden biri olan Dönersen Islık Çal, bir travesti ile bir cücenin dostluğunu anlatıyor. Fikret Kuşkan'ın en parlak zamanlarına evrildiği yıllarda, o dönemin Türkiye'sini de düşündüğümüzde gayet cesur bir tercih ile rol aldığını görmek mutluluk verici. Gerçi şimdiki dönemi de düşündüğümüzde maalesef değişen bir şey olmadı. Bu da çok üzücü. Neyse, film; Beyoğlu'nu özleyenleri gayet tatmin ediyor. Geceleri ortaya çıkan başka dünyayı, çok güzel yansıtmış yönetmen. Öykünün akışı ve finali ile unutulmayacak filmlerden biri olarak hatıralarda kalacaktır.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





American Honey

Genç bir kadının, "hiçlik" noktasına adım adım gelişini izlediğimiz filmde, sorunlu bir aileden kaçış ve hayata bir yerinden tutunma hikayesini görüyoruz. Bazı detayların güzel biçimde anlatıldığını fakat detayın güzelliğini ise, upuzun sekanslarla yönetmenin yorduğunu söylemem gerekiyor. Yolculuk filmlerinin (ki hem somut anlamda hem soyut anlamda bir yolculuk var) avantajlarını çok kullanamamış olmasına rağmen güçlü bir yaralı ana karakter var. Bu da hem ilişkilerinde hem de kendini tanıma biçiminde bazı "güzel aksaklıklara" yol açıyor. Filmin akışında temel sorunlar var bana göre. Yaşanan maceraların etkisini artırmak isterken ana akıştan koparan gerçekten çok gereksiz gelen sahneler vardı. Bu filmin bu kadar uzun olmasını anlayamadım. 1 saatlik bir kısmı kesseler anlamın bozulacağını düşünmüyorum. Bazı reaksiyon alan sahnelerin ikinci hatta üçüncü kez tekrarlanması ben de itici bir hava oluşturdu. Müzikleri ve karakterlerin hastalıklı ilişkilerini deneyimlemek için izlenebilir. 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





20 Ans D'ecart


Romantik Komedi deyince aklıma direkt Fransa gelir. Fransız filmlerinin temposu, bu tür için çok uygun ve anlatım olarak daha eğlenceli olarak buluyorum. Tipik bir Fransız komedisi olan film, yaş farkı nedeniyle topluma karşı sorumlulukların hatırlatılması temeline oturtulmuş. Karakterlerin hikayenin başında kendilerini sevdirmesi, filmin içine girmenize olanak sağlıyor. 2-3 sahnede kahkaha atmış olmam benim için yeterli komedi açısından. Romantizm için de konunun zorlama olması, eksiklik gibi olsa da drama-duygusal dengesi de iyi kurulduğu için bir süre işliyor. Çok fazla bir beklentiniz olmazsa sevebileceğinizi düşünüyorum. En azından türün meraklısı iseniz.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Heaven

Kieslowski'nin ölümünden sonra onun senaryosu ile çekilen filmin yönetmenliğini Run Lola Run'dan tanıdığımız Tom Tywker yapmış. Öncelikle hikayenin (senaryonun değil) buram buram Kieslowski koktuğunu anlayabiliyoruz. Duygu derinliği ile ilgili ciddi bir çatışma ve başkaldırı görüyoruz. Filmlerinde de sıkça gördüğümüz tempo seyrinin düzensizliği bu filmde de anlaşılabiliyor, dengesiz bir tempo var. Bu kötü bir etki değil tabii ki, aksine alışılmadık bir seyir keyfi olduğunu söyleyebilirim. Hikayedeki bazı açıklıkların ise senaryo kısmında oluştuğunu düşünüyorum. İnandırıcılık konusundaki eksikliklerine rağmen Cate Blanchet'in heyecansız (duru) oyunculuğu sayesinde izlemesi keyifli bir film ortaya çıkmış.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


The Help

Irkçılığı konu edinen "The Help", mükemmele yakın 2 oyunculuk ve gayet yerinde işlenmiş yan karakterleri ile birlikte uzun olmasına rağmen seyrine doyum olmayan bir film. Siyah-beyaz düşmanlığının en yüksek görülen zamanların birinde hizmetçilerin seslerini duyurmaya çalışan bir beyaz kadının mücadelesini izliyoruz. Kadınların dayanışmasında hem komik hem duygusal sahnelerin dengesi, sırası ve renkleri çok güzel bağlanmış. 2010'lardan sonra göremediğimiz görkemli film diye tabir edilen, özenilmiş filmler furyasının son dönemine yetişmiş olması da ayrı bir şans bana göre. Aile filmi kıvamında izlenebilecek çok film çıkmıyor son yıllarda. Ya dramaya ya da daha çok gerilim veya komediye kaçıyor. Ancak tüm dengeleri tutturabilen filmler ise bu şekilde unutulmaz filmler kategorisine yükselebiliyor.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Irreversible

Gaspar Noe'nin eyvallahı olmayan sinamasındaki son dönemde evrilen tarzının ilk aşaması olan ve Türkçe'ye "Dönüş Yok" olarak çevrilen film geriye akan kurgusu ve can sıkıcı sahneleri ile birlikte değişik bir sinema deneyimi sunuyor. Kameranın filmin başında hiçbir şekilde sabit durmaması ve gitgide sabitleşmesi, olayların çığırından çıkma efektini başarıyla gerçekleştirmiş fakat izleme deneyimine girmeyi zorlaştırmış. İlginç bir seçim ve sinemada yenilikleri sevenlere göre güzel bir yönelme noktası oluşturuyor. Filmin içerisindeki rahatsız edici sahneler aslında temeli oluşturduğu için, şiddete karşı hassas olan kişilerin izlemesi çok doğru olmayabilir.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Biz Böyleyiz

Melikşah Altuntaş, uzun süredir takip ettiğim, mizah anlayışını ve kelimeleri kullanma tarzını beğendiğim bir metin yazarı. En azından ben öyle tanıyorum. Ekip de zaten birbiri ile frekansları tutan ironi ve roasted tarzı mizahtan anlayan kişilerden oluşuyor. Bu yüzden merak ettiğim bir yapımdı. Beğenmeyenlerden anladığım yorumlar ile beklentileri düşürmüştüm fakat izlediğimde çok tatlı bir film buldum. Sevdiğim ve sevmediğim noktaları aktarayım. Hikayeyi ve ters köşeleri sevdim. Hayata karşı bakılan şakacı kısmı beğendim. Karakterleri beğendim. Esprilere gülümsedim. Ancak Waller-Bridge'in Crashing'de kullandığı 2 karakteri aynı şekilde alıp filme yedirmişler. Şakaların kullanıldığı İngiliz komedisi tarzı bize çok hitap etmeyebilir, Ana akım film çekilecekse bunlar olmamalıydı, bence daha bağımsız bir yapım olmalıydı. Hikayenin vurucu kısmı final kısmı olarak algılanıyor fakat o son kroşeyi çakamıyor. Bunu amaçlamıyor zaten ancak izleyiciler böyle görüyor.
Kısacası film izleyicisini bulmadı bana göre, tatlı bir film, Türk Filmi kıvamında değil asla. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



My Days of Glory

İksv Film festivalinin Haziran seçkisinin ilk filmi olan My Days of Glory, gençliğinin başında bir erkeğin sorumluluklarının yavaş yavaş yüklendiği bir dönemde üstlenmek istemediği bir role bürünme sancısını izliyoruz. Hem iş anlamında hem de aşk anlamında birtakım sorunlar yaşayan karakteri içselleştirebilmemiz için kolay yoldan aile sorunları gösteriliyor ve senaryo basite kaçıyor. Karakterin boşvermişliği sinir bozucu bir çatışmayı da beraberinde getiriyor. Dengeler güzel kurulmuş olsa da cinsel anlamda kendini bulma yolculuğu çok karikatürize anlatılmış. İzlediğinize pişman olmayacağınız ancak bazı noktalarda şu şekilde yansıtılsa güzel olurmuş diyebileceğiniz bir film. İş durumları da aşk durumları da havada kalması sağlam bir temel üzerine oturmaması belki de en büyük eksiklik. Onun dışında Fransız filmlerinin tatlı yanlarının hepsini almış.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Gipsy Queen

İksv Film festivali haziran seçkisinin 2.filmi olan "Çingene Kraliçe" filmi göçmen olarak gittikleri ülkede çocuklarıyla birlikte yaşama tutunmaya çalışan bir anneyi anlatıyor. Yaptığı işlerin hakkını sonuna kadar veren Ali ismindeki kadın, çalıştığı mekan sahibinin boks yeteneğini keşfetmesi ile birlikte önceden yaptığı spora geri dönüyor. Böyle anlatınca dövüş filmi olarak algılanabilir belki ancak gerçek bir drama ve boks sahnelerinin ritmi filme güzel giydirilmiş. Heyecan ve tempoyu da beğendim. Ancak en güzel kısmı başrol oyunculuğundaydı, Ali karakterine can veren Alina Serban bu rol için yaratılmış gibi müthiş bir oyunculuk sergiliyor. Hüseyin Tabak ise hem belgeselleri hem de filmleriyle adından söz ettirecek gibi duruyor.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Pacified

İksv Film festivali haziran seçkisinin 3.filmi olan "Pacificado" bir Brezilya filmi. Vigilante olarak adlandırılan sokak kanunlarını anlatan filmler bu bölgede fazlasıyla çekiliyor. Ben "City of God" filmini çok başarılı bulmayan birisi olarak ilginç biçimde bu filmi sevdim. Çok basit bir anlatım var. Giderek artan temponun ivmesi çok iyi dengelenmiş. Oyuncuları benimsedim. Bölgenin yapısını ve "şeflik" meselesini 1 saat içerisinde hakim olabildim. Kötülerin arasında (ya da bu film bazında hayatlarını doğa kanunlarına göre yaşayanlar) iyi kalabilmenin zorluğunu çok başarılı biçimde anlatıyor film. Yönetmenine baktığımızda Türkiye ile iç içe olduğunu da görüyoruz. Daha önceki işlerinde sürekli Türkiye geçiyor. Bu açıdan da şaşırdım. Umarım daha çok filmini izleyebiliriz.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Stories from the Chestnut Woods

Şiirsel bir görsellikte, bir öykünün içerisine doğru çeken "Kestane Ormanından Hikayeler" Filmi İKSV haziran seçkisinin 4.filmi. İnsanın bir ormanda küçülmesini anlatan ve görselliği ile dikkat çeken bir anlatım ile yaşlı bir çiftin hikayesine konuk oluyoruz. Kestane satıcılığı gibi yok olmuş mesleklere ve tabut imalatı gibi zanaatlere saygı duruşunda bulunan filmin yapısı sisli bir gecede anlatılan hikayeye benziyor. Angelopoulos filmi izliyor gibi izleyebilirsiniz. Yönetmenin genç olması belki bilgece anlatılabilecek hikayeyi bir nebze düşürse de görüntü anlamında güzel bir iş ortaya çıkmış. Konu anlatımı tabii ki durağan olması filmin doğasında var fakat bazı sekansların gerekliliği sorgulanabilir cinsten. Yönetmeni dikkate değer bir şekilde takibe almakta fayda var. 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Two of Us

İksv Haziran seçkisinin 5.filmi olan "İkimiz" filmi uzun süredir birbirilerine sırdaşlık eden iki kadının aşkını anlatıyor. Yaşları itibari ile arzudan daha çok sevgiye evrilmiş olan ilişki, ikilinin aralarının bir konu sebebiyle bozulması ile çatışmaya giriyor ve filmin akışına hazırlık yapıyor. Filmin en iyi yanı verdiği mesaj olabilir. Aşkın önünde hiç kimsenin ya da hiçbir şeyin duramayacağı gerçeği. Onun dışındaki tüm konular ortalamanın bir tık üstünde seyrediyor. Anlam yüklememiz gereken sahnelerin açıkta kalması, iki kadının ilişkilerini açıklayamama konusunda hak vermemiz gereken yerde hissedilemeyen ağır baskı, aralarındaki sevginin nasıl bu kadar bir bağa dönüştüğü ile ilgili ön bilgi. Bu eksiklikler nedeniyle oturmuş bir film diyemeyiz ancak seyri yüksek, heyecanla izlenebilecek kadar olduğunu da söyleyebiliriz.



➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Yarına Tek Bilet

Netflix'in ilk Türk filmi olma özelliği taşıyan film, tren yolculuğunda tanışan iki kişiyi konu alıyor. Bir televizyon filmi olarak görürsek iyi şekilde vakit geçirtebilir fakat bir film olarak göreceksek eksiklerden başlayalım. İlki oyuncular. Metin Akdülger nispeten daha iyi bir oyunculuk sergilese de Dilan Deniz Çiçek hiç sempatik gelmiyor ve izlerken mide ağrısı yaşatıyor bizlere. İkincisi senaryo. Twist bulunduran bir senaryo olmasına rağmen gereken vurucu hissi yok maalesef. Ayrıca o kadar kötü diyaloglar var ki bırakın bir filmde geçmesi, sokakta birisine söylerseniz haline bakıp gülmeye başlar. Silsile gibi güzel bir senaryoyu çıkaran kişiden böyle bir metin beklemezdim. Son eleştiri ise tren yolculuğunun büyülü havasının sadece ilk yarım saatte kullanılması. Bir sahne var mesela, artık kroşeyi çakması gerekiyor, Dilan Deniz tirada geçiyor. Ancak yüzünü bile göremiyoruz. Işığı mı bekleyemediniz, seti mi kuramadınız anlayamadım. Güzel olabilirdi aslında film. Ancak bu haliyle maalesef vasat kalıyor. Vaktiniz varsa izleyebilirsiniz.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Happy Times

İksv 2020 Online film festivalinin Haziran seçkisinin 6. filmi olan Happy Times, bir yemekte bir araya gelen, birbiri ile oldukça uyumsuz ve çapraz ilişkilerde bulunan çiftlerin, zaman ilerledikçe rakiplerine bilenmelerini anlatıyor. Film, İsrailli yahudiler ile ilgili özeleştiriler getiriyor. Hem din konusunda hem cinsellik konusunda erk meselesini temele oturtarak mizahını da buradan çıkarıyor. İlk yarıda verilen gerilim bir noktada patlak vereceğinin sinyalini verirken, mizah tarzını da alttan belli ediyor. Ancak ikinci yarıda, ilk yarıdaki gerilimin iyice absürd duruma düşmesi, mizahı aşağıya çekerken, gerilimi de düşürüyor. Yani filmin ritmi çok iyi giderken bir anda aşağıya düşüyor. İlk yarıdaki ilişkiler ve gerilim unsuru filmin sonuna kadar sürdürülebilseydi, çok iyi bir filmle karşılaşabilirdik. Bu haliyle eğlencelik bir seyire dönüşmüş.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



My Zoe

İksv online film festivalinin 7. filmi My Zoe, Julie Delpy'nin bize çaktırmadan çektiği 7.uzun metraj filmi. Delpy'nin filmlerinde gördüğüm ilişkileri ve diyalogları çok iyi yansıttığı oldu. Onu zirveye taşıyan Before serisindeki diyaloglara yaklaşabilecek şekilde müthiş bağlamalar elde ediyor. Bu anlamda çok başarılı. Çekimler ve açılar hiç yormuyor, sizi filme çekiyor bu konuda da çok beğendim. Bu filmi mahveden şey bana göre senaryo oldu. Diyaloglarda hiçbir sorun yok ama konunun hiç beklemediğim şekilde saçma biçime evrilmesi filmden çok uzaklaştırdı. Konuyu spoiler olmaması nedeniyle veremiyorum fakat izleyenlerin çoğu benim gibi düşünecektir öyle sanıyorum ki. Delpy sineması diye bahsedilebilecek bir janr getireceğini düşünüyorum aslında. İlişkiler konusunda bir çok teması hoşuma gitti. Konu ve gidişat her güzel şeyi baltalamış.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Paris Texas

Yeni Alman sinemasının en önemli temsilcilerinden biri olan Wim Wenders'tan dokunaklı bir aşk hikayesini izliyoruz. Kimsenin yürümediği yollardan geçen bir adamın neden böyle bir şey yaptığını bilmeden başladığımız filmin akışı bizi bambaşka bir evrene sürüklüyor ve neden bu hale geldiğini film boyunca öğrenmeye çalışıyoruz. Uzun süresine ve durağan yapısına rağmen hiç sıkmayan bir iş ortaya çıkarmış yönetmen. Tabii başrol Harry Dean Stanton'un da bunda payı büyük. Tek bir mimiğinden bile sayfalarca duygu yazdırabilecek sahneler görüyoruz. Özellikle Nastassja Kinski ile olan sahneler sinema tarihinde adından söz ettirmiş. Bir çok temayı da barındırıyor aslında. Yalnızlık, saplantılı bir aşk, baba-oğul ilişkisi, hesaplaşma, öze dönme gibi kavramların hepsini güzelce harmanlanmış hali diyebiliriz. Yıllanmış olması sizi yanıltmasın, renkler ve çekim kalitesiyle günümüzde de çok rahat izlenebilir. 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Vivre Sa Vie

Godard'ın deneysel ürünlerinden biri olan ve "My Life of Live" olarak geçen film, kameraya çok yakışan Anna Karine'nın canlandırdığı Nana karakterinin yaşadığı hayattan sıkıldığını açıklayarak, kurduğu düzeni yıkmasıyla açılıyor. Varoluşsal bir açıdan bakmadığını, karakterin aslında başından beri hiçbir değerinin olmadığı yani özde yokluk ile varoluşun aynı değeri taşıdığını bu yüzden mutluluk her şeye bedel mi sözünü hatırlatarak yine göndermeler ile birlikte seyirciyi filme çekiyor. Bazı sahnelerde ses bulunmaz. Daha eski dönemlerdeki alt yazılı hali ile seyirciye sunar. Diyalogların bir akış içerisinde ilerlememesini, önceden yazılmadığı; sahnelerden önce Godard'ın doğaçlama olarak yazmasından dolayı olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle bölüm bölüm ele alınmış, portre gibi her bir sahne yorumlanmıştır. Godard'da alışık olduğumuz politik gönderme, gerçekliğine inanmadığımız sahnelerin ciddiyete daveti ve az da olsa çıplaklık yer alıyor. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


The Perfect Candiate

Dini kuralları ve toplum yargıları nedeniyle yaşaması belki de en zor olan ülke olan Suudi Arabistan'da, izleyenlere resmen yaşadığı toplumu şikayet edercesine anlattığı filmde yönetmen, aynı anlattığı hikayedeki gibi cesur bir işe girişiyor. Kadının toplumdaki yerini sorgulatarak, baskılara nasıl boğun eğdirildiği üzücü bir biçimde yansıtılıyor. Ana hikaye gayet güzel gitse de yan hikaye (babanın hikayesi), doyurucu olmadığı gibi ana hikayeye de katkıda bulunmuyor. Bu nedenle hep bir ayağı aksak ilerliyor film. Ayrıca kadına bakış açısının bir anda değişmesi durumu kör göze parmak sokar gibi gösterilmesi, gerçeklikten uzak geliyor ve ne oldu da değişti bu insanların görüşleri dedirtiyor. Katı görüşlerin değişmesi için sert bir anlatım gerekebilirdi. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Karakomik Filmler 2

Cem Yılmaz'ın farklı bir bakış olarak yeni bir soluk getirmeyi planladığı 2 parçalı filmler serilerinin 2.si olan ikilemede, bu sefer ilk filmdeki absürd ve seksist dilden uzak başarılı mesajlar verebilecek öyküler yer alıyor. İlk saatte Deli hikayesinde, 2 Arada filmindeki gibi bir matematik kurgulanarak hem gerilim hem de heyecanlı bir öykü sunulmuş. Sonraki saatte ise televizyon dünyası eleştirisi yer alan bir hikaye var. İkisinin de bir kaç sorun yer alıyor. Hikayeler 1 saatlik sunulduğu için bazı boşluklar var. İnandırıcılığın yitirilmesi durumu özellikle kara mizahta ince bir çizgi. Azı çok iyi dururken çoğaldıkça kötüleşiyor. Hikaye anlatımı eksikliği dışında bence oyunculuklar ve kısa sürede eğlendirmesi artı yönde bir gelişme. Özellikle 2.filmdeki karakterler karikatürize dursa da canlandıranlar gayet iyiydi. Çağlar Çorumlu'yu beğendim. Cem Yılmaz da, dışlanmış karakterlerde zaten ustalaştı iyice. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Saint Frances

Çoğu filmde tanık olduğumuz kürtaj meselesine, bir bebekbakıcısı olarak işe başlayan Bridget'in gözünden gördüğümüz film, 35'li yaşlarında hayattan ne istediğinin henüz farkında olmayan bir kadın portresini yansıtıyor. Baştan belirteyim, filmi ciddi anlamda sevdim. Ekmeğin tutmasını sağlayan bir maya gibi çocuk oyuncu bulmuşlar. Her göründüğünde gülümsemeler kahkahalarla izledim ve her sahneden çıkışlarında, Bridget'in hayatına dair detaylarında buruldum. Drama-komedi dengesini çok iyi tutturduğunu düşünüyorum filmin. Frances Ha filmine gönderme var mı bilemiyorum isminden dolayı ama, o film ile Florida Project filminin birleşimi bir hikaye çıkmış ortaya. Hem Bridget'in orta yaş arayışları hem de annelik duygusu ile olan çatışmaları gayet net ve samimi biçimde açıklanmış. Regl ve kürtaj konusunun ise neredeyse 1 saati kapsaması biraz bayıyor ancak filmin bağlandığı konu olması nedeniyle göz ardı edebiliriz diye düşünüyorum.






➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Baumbacher Syndrome

İnsanları sözleriyle kötü etkileyen bir televizyon programcısının bir sabah uyandığında sesinin deforme olması yüzünden işleri etkilenmiş, bu sefer kendi hayatı kötüye doğru gitmektedir. Ses üzerinden hayat sorgulaması güzel bir fikir bir film için. Bunu sağlarken bir de yardımcı karakter Fida etkili oluyor. Onu da oyunculuğunu çok sevdiğim Elit İşcan canlandırıyor. Geneli itibari ile güzel bir oyunculuk hissettiriyor fakat vurdumduymaz gezgin kız tiplemesinde masum durmuş sanki biraz. Max Baumbacher'ın sesinin değişmesi hayatının değişmesine neden oluyor fakat önceki hayatında yaptığı yanlışların film boyunca verilememesi mesajın aktarılmasında sorun yaratmış. Çocuğu ile olan ilişkisini anlamadım. Bir altyapısı yoktu dayandırılan bir duygu yoktu. Yine de güzel bir konu üzerinden genç bir yönetmen iyi iş çıkarmış diyebiliriz.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤

BONUS










➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




___________________________________________

Dizi Günlüğü
___________________________________________



High Fidelity

2000'li yılların başında bir plak dükkanı sahibinin inişli çıkışlı aşk öykülerinden sonra neyi yanlış yaptığını bulmak için eski sevgilileriyle tekrar görüşüp hayatını yoluna sokacak adımları atmasını konu alan filmin izinden giderek bu sefer erkek karakteri kadın karakter olarak değiştirerek dizileştirmişler. Ayrıca yine senaryoda Nick Hornby'i görmekteyiz. Karakterin değişmesi filmi izleyenler için güzel olmuş çünkü başka bir gözle bakıyoruz bu sefer olaylara. Zoe Kravitz çok iyi bir seçim olmuş, oldukça karizma duruyor. Zoe'nin iş arkadaşları çok başarılı bir şekilde asiste ediyorlar ana karakteri. Dizide sevdiğim ve hoşlanmadığım kısımları özetleyeyim.

+ Zoe Kravitz ve karizması

+ Gittikçe sevdiğimiz yan karakterler
+ Aşk hikayesinin inandırcı olması
+ Bencillik duygusunu çok iyi vermeleri
+ En iyi kısmı müzikleri

- Diğer erkek sevgililerin rol çalamaması

- Plak dükkanında geçen sahneler artabilirdi (Filmle paralel olması için)
- Zoe'nin duygu değişimleri daha net verilebilirdi. (Son 2 bölüm yine de çok iyiydi)





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤






Big Little Lies

Yapımcısından yönetmenine, senaristinden oyuncularına kadar adeta bir Şampiyonlar Ligi kadroya sahip dizinin şuana kadar 2 sezonu yayınlandı. İlk sezonda çocukları ve eşleri nedeniyle birbirine giren kadınların sırrını öğrenirken, ikinci sezonda ise ilk sezondaki olayın yansımasını görüyoruz. Üstelik Meryl Streep gibi bir bonus ile geliyor. Reese Witherspoon, Laure Dern, Shailene Woodley, Zoë Kravitz ve Nicole Kidman isimleri diziyi izlemek için bile yeterli sebep. Artı eksilere geçelim, eksi bulmak için uğraş verecek olmama rağmen. :)

+ Cast güzelliği

+ Kurgu ve son bölüme kadar süren gizem
+ Olay örgüsü
+ Müzikler ve kullanımı
+ Psikolojik öğelerin başarılı yansıtılması

- Fazla uçlarda yer alan duygu değişimleri
- Bazı bölümlerdeki durağanlık




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


OCAK-ARALIK İZLENEN FİLM ÜLKELERE GÖRE DAĞILIMI










2019 OCAK-ARALIK İZLENEN 
FİLMLER & DİZİLER & SAHNE SANATLARI