2 Mayıs 2020 Cumartesi

2020 Mayıs Ayı İzlenenler

_________________________________

2020 MAYIS AYI ÖZETİ
_________________________________
   
  
      

       

      

       

      

      

      


_________________________________




Cinayet Süsü

Ali Atay'ın Ölümlü Dünya filminden sonra benzer bir komedi anlayışı ile yazdığı film Cinayet Süsü, beceriksiz bir ekibin bir seri katil peşinde koşmasını anlatıyor. Limonata filminde yakalanan kara mizah öğelerinden çok fazla uzaklaşarak yarattığı Ölümlü Dünya filminde karakterler üzerinden ilerleyen tema burada da göze çarpıyor. Belli sahnelerde akla gelen espriler bir şekilde birleştirilmiş gibi gözüküyor. Anlamsız diyalogların uzaması sonucu yaratılan sinir bozucu mizahın dozunda yapıldığında komik olması eşiği bir miktar aşılmış bu filmde. Sadece bir kaç noktada bu yapılsa ve karakterlere anlamlar yüklense daha uygun gidebilirdi. Ama ana akım filmi olma uğruna karakterlerin ana hikayeye hiç etki etmeyen halleri filmi çok düşürmüş. Bir kaç yerde güçlü kahkaha atmama rağmen bu filmin önerilebilecek bir yanı yok.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Summer 1993


Öksüz olduğunu hiçbir yerde söylememesine rağmen hikayenin gelişmesinden öksüz olduğunu anladığımız canım Frida'mızın hikayesi bu. Bir yaz döneminde yaşadıklarından ve çocukluk travmalarından bahsedilen çok tatlı gibi gözüken fakat içerilerde hüzün barındıran bir film. Buraya kadar anlattıklarımdan çok gerçekçi ve içe dokunan yapıda olduğunu anlamışsınızdır. Frida o kadar güçlü bir kız ki, annesinin taklidi (annesi de Frida'nın taklidi) olarak hayatını daha ergenliğine girmeden anlamını çözmeye başlamış, minicik bedeninde ağlayamadan bile çocuklşuğunu taşıyan bir karakter. Filmin dengeleyicisi ise diğer küçük çocuk üvey kardeşi. O kadar tatlı ki, her sahnede kahkahalara boğuluyorsunuz istemsiz. Filmin başındaki yarım saati sağ çıkarabilirseniz, çok tatlı- yarı hüzünlü bir hikaye sizi bekliyor. 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




Undine


Christian Petzold'un Transit'inde yakaladığı güzel duyguları tekrar etmek için bir mitolojinin peşinden giderek yarattığı Undine'de yine Rogowski ve Beer ikilisini tercih etmiş. Rogowski çok başarılı bir oyuncu, izlediğim hiçbir filmde beni üzmedi. Bu filmde de gayet iyiydi, Beer ile de çok iyi uyum yakalıyor. Konu son derece farklı bir mit üzerine kurgulanıyor. Su perisi mitolojisinde Undine geçmekte, ve filmde de kadın karakter ayrıldığı sevgilisini öldürmek istemekte ve ait olduğu yere dönmesi (yani suya) gerektiğine inanmaktadır. Bunun karşılığında ise mite göre deniz perisi bir insana aşık olursa gerçek olabilir gibi bir durum vardır. Bu filmin vermek istediği mesaj ise bu iki dayanak üzerinden ilerliyor. Farklı türde bir aşk filmi izlemek isteyenlere tavsiye ederim. Imdb puanını hak etmiyor, daha fazlası olduğunu düşünüyorum ama Petzold'un daha iyi filmleri var. Transit gibi. 
Bu filme en yakın film belki Grâns filmi gösterilebilir.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





La Belle Epoque

Gözler nemliyken güldüren filmleri çok seviyorum. Bunu da o kategoriye alıyorum izninizle. Konusundan bahsetmeyeceğim, siz de konusunu okumadan izleyin. Daha keyif alacaksınız. Bulmaca gibi ilk 20 dk. çözmek için uğraştıktan sonra keyfini çıkarabilirsiniz. Film 4.duvarı kendi sınırları içinde yıkarken, bir de buna "trick" katarak çift yönlü bir sorgulama sağlıyor. Senaryo çok güzeldi. Uygulanması da çok iyiydi. Kurgu anlamında Fransız sineması zaten tüm dünya sinemalarından daha üstün. 10 sene sonra bu filmin değerleneceğini ve kült olarak yer alacağını düşünüyorum. Filmin başından sonuna kadar tutarlı bir yapıda ilerlediğini ve tek bir ilişki üzerinden ilerlemediği için de algıları hep film üzerinde tuttuğundan dolayı başarılı bir iş çıkardıklarını söyleyebilirim. Ayrıca iki erkek oyuncu da çok çok iyi bir performans sergilemiş. 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤






Gizli Yüz

Orhan Pamuk'un Kara Kitap'taki bir öyküden yola çıkarak çekilmiş filmde 90'ların bağımsız filmlerinin yıldızları Fikret Kuşkan ve Zuhal Olcay yer alıyor. Bu ikiliyi en son C Blok'ta hatırlıyordum ve onun üstüne çıkabilecek bir performans olabilir miydi diye düşünürken Gizli Yüz geldi karşıma. Film rüyaüstü bir çekim tekniği ile gerçekten metni çok iyi yansıtmış. Bir rüyanın içindeymiş gibi hissediyoruz tüm sahnelerde. Diyaloglar, çekimler, Zuhal Olcay katkısı o kadar filmin içine çekiyor ki merak etmekten filmin sonunu getiriyoruz. Suretlerin önemli olduğu, rüyalarda gerçekleşebilecek metaforlarla, sisli görüntülerle etkileyici bir film ortaya çıkmış.
Aşık olduğunu, rüyalar görmeyen birileri var mıdır diye merak ettirdi bu arada. Rüyalarda hissettiğimiz o duyguları gerçek hayatta hissetmediğimizi de gözler önüne sermiş film. Durduk yere can sıktı :) 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


Skyscraper

Aksiyon filmleri çok zeka istemiyor. Hem seyirciye saygı duyan hem de aksiyonu iyi ayarlayan filmler var elbet ama bu film seyirciye saygı duymayı bir tarafa bırakalım resmen dalga geçiyor. Hadi onu göz önünde bulundurmayalım eğlencelik olarak bakalım. Eğlendirdi mi diye düşünüyorum, çok eğlenmedim. Hatta bir çok sahnede güldüm. Bu filmi komedi kategorisinde gösterselerdi yine puanı vasata yaklaşırdı ancak aksiyon filmi olarak maalesef izlediğim en kötü hikaye anlatımlarından biri. Bir günde ortalığın cehennem yerine dönmesi (üstelik niye olduğunu filmin sonuna kadar anlamadığım) ne kadar tutarlı bilemiyorum. Çok kötü bir film. Vakit kaybı bana göre.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




303

Hemen girişte söylemeliyim ki "Before" Serisini seviyorsan, dahasını okuma filmi bul ve izle. Diyalogların gücüne inanan, romantik filmlerde metne önem veren herkesin izlemesi gereken bir film. İlişkiler üzerine o kadar şey anlatıyor ki. Günümüzde, paraya, güce, statüye önem veren ve kendisini bunlarla kanıtlayan insanlardan sıkılan biri olarak gerçekten saf duyguların peşinde olan biri olarak fazlasıyla beğendim. Sarılmanın, öpüşmekten daha etkili olabileceği aşkları özleyenler için bulunmaz hint kumaşı bu film. Müzikleri ayrı parantez açmak gerekiyor. Her sahnenin etkisini kat be kat artıran seçimler harikaydı. Oyuncular aşırı tatlıydı. İçinde bulunduğumuz dönemden sizi çekip bambaşka yaşantılara götürüyor. Ben çok başarılı buldum ve iyi hissettiren filmler listeme dikey giriş yaptı. Öneri isteyen tüm arkadşlarıma rahatlıkla önerebileceğim bir film olarak sabitte kalacak eminim.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





The Painted Bird

Kitabını henüz okumamama rağmen çok sert bir metninin olduğunu biliyordum. Filme uyarlamasında da hiçbir sertlikten kaçınmamış, tüm gerçekliği ile aktarmış sanıyorum ki. Boyalı kuş durumunun verilişi bir çocuğun gözünden savaş sırasındaki merhamet duygusunun yok oluşuna şahit oluyoruz. Çoğunluğun bulunduğu her yerde farklı olanı ezme psikolojisi sadece o dönemde değil şimdi bile gerçekleşiyor. Film kısım kısım çok fazla dramatize geldi, bu kadar mı yani hiç mi iyi bir insan yok derken, bir anda savaş dönemi psikolojileri aklıma geldiğinde normalleştirmeden filmi o gözle izlemeye çalıştım. Zira zaten iyi niyetli olabileceğimizi düşündüğmüz herkesin bir noktada çıldırma eşiğine geldiğini görüyoruz. Filmi izlemeden önce sağlam bir araştırmaya girin ve izlemek isteyip istemediğinize bakın. Ona göre izleyin derim. Her bünyenin kaldırabileceği dozajda bir film değil. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Too Late to Die Young

Komün olarak doğa ile iç içe bir yaşam süren bir kaç aile baskıcı Şili rejiminden uzak olacağını düşünerek yaşamaya başlar. Dünyada baskıcı rejimlerden kaçınamaz bir gerçeklikte olduğumuzu bize tekrar hatırlatan bir film. Bütün dünya meselelerinin yanında ilk aşklar, ilk korkular ve travmalar eşliğinde doğanın içinde sakinleştirici etkisiyle seyirlik güzel bir iş çıkarmış yönetmen. Özellikle gönül meselelerinde duru bir anlatım sağlamış. Detayları ince işleyen filmleri seviyorum. Bu filmde de bir kaç ayrıntı filmin derdini çok rahat anlatabiliyor. Motora binmek gibi basit bir eylem, gençliğinin baharındaki bir kadın için büyüleyici bir deneyime dönüşebiliyor.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Berlin Alexanderplatz

Aynı isimli kitaptan uyarlama bir filmi ve bir dizisi olan, başlığını Berlin Alexanderplatz meydanından alan eserin son uyarlaması, bir çok açıdan güzel duygular uyandırdı bende. Film boyunca ana fikrini gözümüze sokar gibi "Francis makul bir insan olmak istiyordu" durumu, herkesin toplandığı bir meydan olan "ortalamayı" temsil eden Alexanderplatz meydanına atıfta bulunuyor ve herkes gibi olamıyorsun, illa ki suça bulaşmak gerekiyor diyor kendini görebilmek için. Herkes aynı hayatları yaşamıyor fikrini bize defalarca söylüyor. Film 3 saatten fazla olmasına rağmen çok rahat akıyor, hiç mola ihtiyacı istemiyorsunuz. Bu gerçekten iyi bir başarı. İyi bir anlatımın yer aldığını düşünüyorum. Özellikle Reinhold karakterini oynayan oyuncu çok fazla başarılı. Alıp götürmüş tüm filmi. Renkler, hareketli çekimler, kurgu tekniği, sizi hikayeye çekmek için çok uğraşıyor ve başarıyor. Bir çok sitede beğenilmediğini gördüm belki hikaye ve önceki yapımlar çok daha büyüleyiciydi bilemiyorum izlemediğim için ama bu filmin güzel bir yapım olduğuna inanıyorum. Hatta bas bas "Mülteci değil, göçmen" denilmesine rağmen hala "Bir Mültecinin Hikayesi" diye eleştiren andavallar var ya; ne diyeyim. İflah olmaz ırkçı toplumlarda yaşamak nasıl duygu derseniz, açın izleyin.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Victoria

Filmin en önemli özelliği olan "One Shot" aslında sekansların yeteri kadar çalışılması sonucu yapılabilecek bir iş. İnanılmaz zor değil ya da deha gerektirmiyor. Sadece organizasyon ve büyük bir çalışma istiyor. Ancak bu etkileyici değil demek değil. Hem avantajları hem dezavantajları oluyor böyle bir işe girerseniz. Avantajı, gerçekçiliği artırması, karakteri hissettirmesi ve olayların dramatize edilmesinden öte daha samimi bir şekilde algılanması sağlanabilir. Dezavantajı ise hayat gibi akmayacağı için, bazı diyalogların uzaması olacaktır ki bence bu hataya düşülmüş. 1,5 saatte daha fazla aksiyonlu daha heyecanlı bir film çıkabilirdi. Victoria'nın içine düştüğü durumu Uncut Gems'teki gibi bitmeyen bir aksiyonla izlesek one Shot işte o zaman tadından yenmez bir hal alabilirdi. Oyunculuklar ve kamera çok iyi iş çıkarmış. Senaryo ve tempoda sorunlar vardı izlediğim kadarıyla.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





11'e 10 Kala

Pelin Esmer her yaptığı işte inceliği göz önünde bulunduruyor. Dayısı Mithat Esmer'i ilk kurgusal filminde Nejat İşler ile buluşturmuş. Yanına da Serkan Keskin ve son yılların yükselen oyuncusu Selen Uçer'i katmış. Alt-üst sınıf çekişmesi, kapıcılık yapmak istemeyen bir karakterin alt katta oturmak istememesi detayından, Standford mezunu bir Elektrik mühendisi adamın, huysuzluklukla dolu yaşamı ve seçimlerinin sonucundaki ince acı hissiyatı.
Filmde gördüğümüz bazı ince noktalar var. Herkes bir şekilde kendi hayatı için bir şeylere adım atıyor ve pişman da olsa kendisini sevmek istiyor. Bir yandan değişime ayak uyduramayan Mithat'a kızarken, bir yandan bunca yıl emek verdiği koleksiyona para gözüyle bakan kapıcı Ali'ye acıyoruz. İçinde kentsel dönüşüm, İlişkiler, bağımlılıklar gibi konuları barındıran bir film. Belki haddimize değil ama Mithat bey çok tatlı olsa da amatör bir oyuncu olduğu için film, seyirci için değil, sanki anı kalsın diye çekilmiş gibi duruyor.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Heartstone

Bu tarz filmlere ergenlik ya da ilkgençlik hikayesi derdim önceden ama doğru tanımı "büyüme" hikayesi sanırım. Bir arkadaşlık hikayesini çok güçlü biçimde ele alıyor. Bromance diye tabir edilen, iki heteroseksüel erkeğin cinsellik dışında birbirine duyduğu sevgiyi anlatan ilginç bir kelime var. Tam olarak bu filmdeki durumu yansıtıyor bana göre. Queer olarak tanımlanabilecek bir konu göremedim, bir çok festivalde eşcinsel filmi olarak kategorilense de buna dair bir emare yok. Zaten anlatılan durum da bu değil. Erk meselesini, aile çözümlemelerini, kuzeyli dertlerini doğru biçimde harmanlamışlar. İskandinav filmlerinin ortak özelliği durağanlık bu filmde de mevcut. Bazı sekanslar olmasaydı diyebiliyorsunuz. Kısacası ağrılı bir büyüme hikayesi izlemek isteyen var ise sessiz sakin bir günde ağır ağır izleyebilir filmi. 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Ema

Pablo Larrain yönetmenden öte bir sanatçı bana göre. Bir hikaye anlatımında tekdüzelikten kurtarıp, tüm çıplaklığı ile üstüne de betimleyici sosları katarak izleyiciye sunabiliyor. İlk olarak Tony Manero ile tanımıştım. Tüm sapkınlığına ve bütün dağınık yapısına rağmen belli başlı duyguları farklı biçimde anlattığı için sevmiştim. Bu filmde de yine aynı durum oluştu. Seyirciye saygı duyup, konuyu en ortalamanın anlayacağı şekilde anlatmayı seçmeyen sadece kendi hikayesini anlatan bir yapıya sahip. Konuyu ve ilişkileri anlamak için biraz çaba göstermeniz gerekiyor. Sonrası ise çılgınlık, kaos ve sürüklenme. Dans, Reggaeton, kadın özgürleşmesi, ilişkiler, cinsellik, doğurganlık üzerine ilginç açıklamaları olan bir film. Ayrıca şunu fark ettim. Erkeğin özgürleşme aşaması birer varoluş sancısı gibi gösterilirken, kadın özgürleşmesi, genelde cinsellik üzerinden veriliyor. Güçlü bir kadın karakter yer alması güzel ama cinsellik üzerinden değil, dans üzerinden gidebilse çok daha kalıcı bir film olabilirdi hafızamda. 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Antoine & Colette

Çoğu listede gelmiş geçmiş en iyi filmlerde, ilk 100'de yer alan "400 Darbe" filminin çocuk yıldızının gençlik döneminde tekrar Truffaut ile bir araya gelerek filmin devamı niteliğinde çektikleri bir kısa film. Oldukça basit bir konuya, belki de herkesin hayatında en az bir kere yaşadığı bir "karşılıksız aşk" olayını ele almış yönetmen. Truffaut bir sinema dehası tabii ki de. Yine 30 dk içerisinde Paris'in şehir hayatını yine çok klas biçimde göstermiş. Yumuşak bir anlatımla da karakteri belki de yıllarca yontulmasını sağlayacak bir konuyu bu kadar kısa sürede aktarabilmiş. Antoine'ın seri filmleri devam ediyor bu filmle de kalmamışlar. Çocukluktan yetişkinliğine dair belgesel gibi izlemekteyiz. İyi ki çekmiş, iyi ki ulaştırmış bizlere. Duygulara tercüman olma konusunda ciddi bir başarısı var.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





My Little Sister

İKSV'nin bu sene stream olarak düzenlediği festival seçkisinde yer alan My Litter Sister, yürekleri yakacak gibi duran fakat olayları dramatize etmeden, yalın bir dille anlatılmış bir film. Hastalık hikayesi, bir aile hikayesine evrilirken, bir yandan gerçek bir acıyı, bir yandan da çatlayan bir evliliği görüyoruz. Zaten sağlam temelleri olmayan bir aile yapısında birbirlerine tutunmaya çalışan iki kardeşin hikayesi ne kadar dokunaklı olursa tam da o kadar dokunaklı ilerliyor. Bir sekansta durum özetleniyor zaten. Ana karakter Sven, acılar içindedir fakat neresinin acıdığını bilemez. Bedenen ve ruhen acı çekmektedir. Filmde dikkatimi çeken en önemli unsur Sven'i canlandıran aktörün performansı oldu. Onun dışında güzel anlatılmış bir hikaye var. Fazlasını vaad etmiyor. 




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




Whale Valley

İzlanda'nın kuzey ikliminde, soğuk renklerle benzenmiş doğasında, sessizce hayatlarına tutunmaya çalışan kardeşlerin öyküsünü anlatıyor bu kısa film. Müthiş bir renk ve ışık festivali içerisinde kısa sürede belki de tüm coğrafyayı anlatıyor. İntihar oranların neden yüksek olduğunu bile anlayabiliriz bu kısa film sayesinde. Aile içi iletişimin önemini, tek bir bölgeye sıkışan yaşamların gençlik enerjilerini nasıl sömürdüğünü görebiliyoruz. Bir kaç sekansta, küçük karakter yanındaki herkesin, hatta çökmüş durumda olan herkesin içinde bir yaşam belirtisi aramakta. Bunu bulduğunda da sürekli engellemelere uğramakta. Bunun üzerine de harika bir ders veriyor fakat dersi kendisinin alması da ayrı bir ironi olmuş. 15 dk. ayırıp filmi izlemek birkaç dakikalığına düşünmeye sevkedecektir.
Ayrıca yönetmenin benzer tarzdaki uzun metraj filmi "Heartstone" filmini de daha iyi anlamayı sağlayacaktır. 





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Martin Eden

Benim de sinir olduğum bazı takıntılarım var. Çok merak etmeme rağmen Martin Eden'i 35 yaşımdan önce okumayacağım demiştim ve bu sözümü tutmak zorundaymışım gibi hissediyorum. Rahat bir şekilde hayatımı sürdürürken bir de baktım filmi gelmiş. Üstelik İtalyan bir yönetmenden. Duygular, müzikler, kurgular akar gider diyordum, izlemesem de olmaz dedim ve izledim. Sonuç : Hüsran. Kitabı okuyanlar nasıl değerlendirir bilemiyorum ama hikayeye uzak birisi için film oldukça yorucu. Renkler, oyuncular ve geçişler bir kitap uyarlamasına göre gayet başarılı fakat konunun ve karakterin derinliği verilememiş. Cahil kalan bir denizcinin, aşkı için; içindeki hırsın canlanması nedeniyle yazarlık yapma hevesi, bunun sonucunda idol haline gelen hayat hikayesi, kavgaları, düşünceleri, o kadar derin ki. Filmin anlatamadığı derinliğin kitapta olduğunu anlayabiliyorum bu kadar kısıtlı algımla. Bu kadar veri verebilecek bir kitaptan da özet çıkarır gibi yokuş aşağı inen bir kurgu ile film çekilmiş. İzlediğimde konuyu ve karakterin hissiyatını anladım, ama kötü uyarlama olduğunu da anladım. Bunu yansıtmamalıydı.



➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤






Lucky

Film boyunca mızıkaya doyduk. Western esintileri taşıyan, nihilizmi ana eksenine oturtmuş, yaşlanınca gelen hüzünleri bir bir karşımıza getiren bir film Lucky. Sıradan insanların kendilerine atfettiği büyük kavramların bizi nasıl hissettirdiği hakkında nahif bir anlatım var. Hissiyatını şöyle anlatabilirim. Yaz günü yüksek nemli 35 derece havada, yapacaklarınızı düşünmeden havanın kokusunu hissetmeye çalışırsınız, sonra bunalıp vazgeçersiniz, ama yine de yaşadığınızı fark edip mutlu olursunuz ya. İşte öyle bir film. Yaş ve güç eğrisinde ilerlemesi de ayrı bir hüzün katıyor filme. Ölümün sorun olmadığı, ölüme giden yolun zor olduğunu anlatan bir film. David Lynch'i oyuncu olarak gördüğümüz, üstelik kötü bir oyunculuğa rağmen mutlu olduğumuz bir film Lucky. Neden izledim demeyeceğiniz, izlemeseniz de olur dediğimiz bir film Lucky :) 
Metaforlara yüklenilmiş oradan güç alınmış, kaplumbağa, kaktüs, kurallar tabelası, dijital saat yakalayabildiğim metaforlardı, muhtemelen fazlası da mevcuttur. Kısacası izlenecek film bulamadığınızda aklınızın bir köşesinde olsun. Sakin sakin izleyebilirsiniz.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




Pierrot Le Fou

Godard'ın belirli bir sinema hizasının dışına adım attığı, absürd bir şiirsel anlatımın içinde hem siyasi hem aşk konularını, hem de Akdeniz içeren bir hikayeyi ele alan film. Bir tiyatro oyunu kıvamında seyirciyle 4.duvarı yıkan bir anlatımı var. İnce bir mizah ile örülmüş ve tabii ki Godard'ın renklerini barındırması da ayrıca güzellik katmış. Silahların ve tabloların bir arada ahenkle buluştuğu başka bir film göremezsiniz. Bu nasıl bir delilik, bu ne biçim bir hikaye derken, göndermeleri fark etmeye başladıkça izleme isteği uyanıyor. Yeni tarzları denemekten de kaçınmamış Godard. Belli yerlerde olmadık şekilde kesilen müzikler (ki daha sonra anlatılıyor), sahne geçişlerindeki renkler, çıplak sunulan ciddi konular, siyasi göndermelerdeki alaycı tavır, şiirsel diyaloglar. Hepsini bir çılgınlık içerisinde denemek istemiş. Müzikal desek değil, aksiyon desek değil, aşk filmi desek az kalır. Eşine çok rastlanmayacak derecede değişik bir film. Belki teknik anlamda yorumlanması daha doğrudur. İzleyici gözüyle tüm izleyenlere aktarılmak istenen tamamen geçmeyebilir.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤





Take Me Somewhere Nice

Bosna'daki babasını görmek için kuzeniyle yola çıkma planı kuran bir kızın, aslında kendi cinselliğine doğru çıktığı bir yolculuğu konu alan bir film. Güzel yanlarından başlayalım. Görüntü yönetimi çok güzeldi, her kare özenilmiş, iyi hissettiren, adeta atmosferi yaşatan bir görsellik. Bir yolculuk sırasında tanımadığı birisiyle geçirilen psikolojik bir direnme hikayesi hoş. Fakat layığıyla verilememiş gözüküyor. Bütünlük açısından problemli olması deneysel çalışmanın çıkardığı bir sonuç. İyi ya da kötü mü bilemedim ama ben bu deneysel çalışmayı pek beğenmedim, normal bir kurguyla ilerlese çok daha şık bir film olabilirdi. Müzik ve yerel tartışmalar Türkiye ile benzerlikler taşıyor. Avrupa Birliği eleştirisi de yeterince mevcut. Bazı kavramları çok daha sert ve anlaşılır verebilse çok iyi bir film olabilirdi. Yine de bu haliyle de izlenebilir duruyor.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




Lillian

İksv 2020 gösterimlerinden biri olan Lillian'da, Amerika'da yaşayan bir göçmenin sorunlarına odaklanılıyor. En dip sektörlerde bile iş bulamamasının ardından  karakterin "kafayı kırıp" yürüyerek Rusya'ya ulaşma çabasıyla mevsimler boyunca geçen yolculuğu izliyoruz. Görüntüler gayet şıktı. Oyuncu performansı güzeldi. Belli noktalarda yapılan göndermeler güzeldi, bazı noktalar ise çok etkileyici olmadı. Göçmen sorununu sade biçimde işlemek istenmesine rağmen ne soruna tam eğilebiliyorsunuz ne de hikayeyi ilerletebiliyor bu durum. Amerika eleştirisi, kültürü bulunmayan bir ülkenin kültürleri nasıl yok etmek istediği, göçmenlere davranış biçimleri ile ilgili mesajlar içeriyor. Yol filmlerindeki bitkinlik hissiyatını farklı yollarla verdiğini düşünüyorum. 1,5 saatin ardından bir miktar sıkmaya başlıyor ancak güzel bir final yapıyor film. Ne çok iyi ne de kötü diyebiliyorum.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤

BONUS










➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




___________________________________________

Dizi Günlüğü
___________________________________________





Into The Night

Belçika'nın ilk Netflix dizisi olan Into the Night; güneşin, bilinmeyen bir hastalığa sebebiyet vermesi nedeniyle uçakla batıya doğru yola çıkan bir grup insanı konu ediyor. Öncelikle ilk sitem dizinin yaratıcısı beyefendiye. Çünkü Hakan Muhafız ve Atiye gibi dizilerinin de aynı zamanda yapımcısıymış. Yahu bizde böyle çıkarıyorsun gidiyorsun Belçika yapımını kaç gömlek üstte tutuyorsun. Neyse.
Diziyi artıları ve eksileri ile ele alayım.
+ Bitmeyen aksiyonu. Heyecan dozu.
+ Pilot harici tüm karakterler hoşuma gitti.

+ Konusu. Bilimkurgu romanından yola çıkıldığı için güzel bir dayanak.
+ Kişilerin 3-4 dk. hayattan kesitleri, Lost tadı yaratmış, karakterler ile empati kurmamızı sağlıyor.
+ Bitiş kısımları ve tabii ki Final! Meraktayız. 2022 beklenmez.
- Güneşin gelmesine 3 dakika 27 saniye var gibi cümleler duymamız.

- Mürettabatta sürekli kilit işlerde çalışanlar var. Sağlıkçı, kaynakçı, teknisyen, haberleşme uzmanı, helikopter pilotu ve güvenlik uzmanı gibi. Hepsinin de etkisinin olacağı şekilde olaylar gelişiyor.
- Uzmanlık dışı işler rahatlıkla yapılıyor. Yahu yapmayın, eksik kalsın, birilerini feda edeceksin senaryo gerçekçiliği için.








➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤




Normal People


Manchester by the Sea ile daha fazla tanıdığımız, çıkardığı her işte duyguları incelikle işleyen bir isim olan Kenneth Lonergan'dan yine ustalıkla işlenmiş bir ilişki öyküsü Normal People. Farklı olduğu için kendini ortamdan dışlayan bir genç kız ile kendisini dibe çeken arkadaşlık bağlarından kopamayan ve kendi çöplüğünde mekan sahibi fakat dışarıda çaresizliği tadan genç bir erkeğin gelgitli aşk hikayesine odaklanıyor. Ağır ilerleyen tempoya rağmen duyguları ilmek ilmek işlemişler. Kitaptan uyarlama olması da buna çok büyük katkı vermiş, en kısa zamanda kitabını da okumak istiyorum. Keşke Grinin 50 Tonunu da Lonergan'a teslim etselerdi. Çok farklı bir iş ortaya çıkarabilirdi. Her dizide yaptığımız gibi artı ve eksilere geçelim.

+ 2 Ana karaktere odaklanılması.

+ Duyguların başarılı biçimde anlatımı.
+ Küçük detayların mükemmel sunumu.
+ Müzik seçimleri. (Mükemmel)
+ Çekim açıları, renkler ve manzaralar.

- Ağır temposu.
- Yan hikayelerin katkısının çok olmaması.
-  Dönemler arası geçişin hemen fark edilememesi.
- Bölüm sürelerinin kısalığı.





➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



Alef


Emin Alper sineması şahsına münhasır çok iyi seyirde devam ederken, Alef projesinde yer alacağını öğrendiğimde çok mutlu olmuştum. 8 Bölümlük seri bugün noktalandı ve sıcağı sıcağına bir kaç şey söylemek isterim.
Alef için öncelikle göze çarpan en iyi iş yönetmenlik. Gerçekten renklerden, çekim kalitesine her şey çok güzeldi. Ancak Türk seyircisi bunlarla yetinmeyeceği için proje ekibi bana göre Emin Alper dışında kararlar alarak dizinin temposunu düşürmüş. Sanki demişler ki al sana cast, al sana senaryo hadi yap bakalım. O da elinden gelenin fazlasını vermiş gibi. Bir kere cast senaryo için değil proje için seçilmiş gibi. İmirzalıoğlu başta mantıklı gelse de o kadar senaryo ile farklı bir karakter ki.
Senaryo gerçekten kötü. Böyle bir senaryo 8 bölüm değil belki de 16 bölümde ancak aktarılabilirdi. Kemal komiserin hikayesinin hiçbir katkısı yok. Settar bir nebze hikayeye yön veriyor ama yan hikayeler, karakter gelişimleri, Settar'ın ruhsal durumu 8 bölümde anlatılabilecek işler değil. Yağız Anadolu çocuğuna İngiltere ağzı yakışmayacağı belli, ama proje bu kutsaldır.

+ Yönetmenlik, karanlık sahneler, ışıklandırma.

+ Dağınık hikayenin final bölümünde güzel toparlanması.
+ Müzikler
- Yan hikayelerin konuyu beslememesi.
- Bölüm sayısının az olması.
- Karakter derinlikleri.




➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤



➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤➤


OCAK-ARALIK İZLENEN FİLM ÜLKELERE GÖRE DAĞILIMI









2019 OCAK-ARALIK İZLENEN 
FİLMLER & DİZİLER & SAHNE SANATLARI








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder