15 Ekim 2014 Çarşamba

Yalancı Kehribar Kokusu


Metin tanıdığım en profesyonel yalancıydı. Ağzından çıkanları bırak doğması bile yalandı. 

Sanırım ilkokuldaydım. Okullarla hiç işim olmadı benim. Gittiğim kadar döndüm sadece binalardan. Tuhaftır karşı taraf bu çabamı her dönem sonunda süslü kuşe kağıda bir belge ile beni taçlandırıyordu. Aldığım sulu boyaları yüzüme, pastelleri de Atatürk büstünün arkasındaki banklara sürüyordum hergün her sabah. Sonrada pastellerin bir parçasını ısırıp tükürüyordum.
Metin ile tanışmamızın bununla bir alakası yok. Sadece pastele gıcıktım. Metin de gıcıktı sadece.Önlük yakasını ütülemek kadar saçma bir eylem gören nesildik sonuçta. Nefret etmek için çok seçeneğimiz vardı. Ben içlerinden sadece bir tanesini seçtim.
-Geliştim-
Dört minibüs ile yolculuk ettim hergün üniversitede. İkisi gidiş ikisi dönüş. Bu sefer seçeneğimiz azdı nefret etmek için herşeyden. İki gidiş için iki dönüş için ayrı minibüs. Yani 8 farklı kombinasyon yapabilirdik. Hepsi denedim. Hiçbirşey değişmedi. Otobüsle farklı noktalara gitmeyi de denedim. Sonuç olarak aynı noktaya varacaktık. Aynı kubbenin altında farklı rotasyonla aynı bilinmeyene giden aciz insanlardık. Herkes seçeneğinin olduğunu zannederken ben olduğumu seçerdim. Önünde tabela olan otobüsler. Ne sinir bozucu! Hepsi dört tekerlekli hepsi aynı renkte. Ne farkeder 1 metrelik tabelada ne yazdığı. Ben yazılarla da ilgilenmedim. Gökkuşağı daha çok ilgimi çekmişti hep. Doğalgaz faturasından anlardım gökkuşağının neden sevilmediğini. Çünkü yağmur demek masraf demekti. Eskiten demekti. Sıcaklığı, ayakkabıları, kıyafetleri. Bir boyaya yem olmuştu demek yağmur. Ulan dedim en sonunda. Ulaşamadığın bir kuşak senin kuşamını değiştirebiliyor ben miyim seçebilen insan? Ben mi seçeceğim her şeyi. 5 sene sonra kurdelalı bir kağıt daha verdiler. Yine terfi etmiştim. Hiçbirşey yapmadan koşa koşa tırmanıyordum başarı basamaklarını. Her seferinde yeni bir sınavla karşılaştım. Hepsini çiğnemeden yuttum. Belgeleriyle de ağzımı sildim. 5-2-8-1. Bu yazıda geçen sayılar. Çarpımı 80 Toplamı 16. Birbirine bölsen 5. İşte bu yüzden 5 senede bitirdim. Matematik diyorlardı bu tesadüfe. Kendi yarattığın sayılarla yaptığın işlemleri yeni yaratılmış gibi sunmak Nobel Ödülü kazandırıyordu. En büyük deha bence bu 5'i bulabilmektir. Kimseye söylemedim. Ama Metin söylerdi. Tanıdığım en profesyonel yalancıydı.

İki araç kiraladım. Biri Alfa Romeo biri BMW. Bazen ikisini aynı anda sürmek istedim aradaki iki tekeri çıkarıp bağlasam dedim, birbirinden güç alsalar, tam ortasına yerleştirsem direksiyonu. Sonra yeşil yandı ve geçtim. Göçmen kuşlar gibi konaklamadan. O kadar hızlı geçmişim ki anlayamadım nerede olduğumu. Bir hastane odasının duvarında çentiklere bakarken buldum kendimi. Doktor olmuşum öyle dediler. Boynumda asılı klasik bir streteskop beyaz önlük falan. Ne kadar çağdışı! Herşeyi herkesi eleştirme yetkim vardı bu dünyada. Yine bir terfi. Üstelik dişlerimden daha beyaz bir önlüğüm vardı. Daha ne isteyebilirim dedim. Düşündüm. Düşünmeyi buldum. Bugüne kadar hiç düşünmemişim. Bir de düşünseydim sıyrılırdım insanların arasından. Afrikaya yerleşirdim belki. Hayvan sayısı daha fazlaydı insan sayısından. Elmas diye bir gerçek vardı insanları öldüren. Silah gibiymiş ama daha pahalı. 

Çürük tatlar tattım. Baharatlar keşfettim. Sadece kokusundanmış farkları, burnumu kessem dedim, tüm baharatlar aynı olacak. Ne gerek var o zaman rengine şekline. Hepsi öğütüp kattım yemeğime. Yemek dediğimse yine bir hayvan cesedi üstelik. İyi müzik aleti olur dedim. Gergin ve yanmış. Yalanlar da Yanmaktan gelseymiş keşke. Yanan olsaymış. En azından kokusundan anlardık. Yanık baharata en çok Kehribar'ı yakıştırırdım. Onunla doldurdum 4 tekerlekli iki markalı 180bin liralık arabamı. Ben en çok buna zorlandım işte tüm hayatım boyunca. Kendime yalan söylemekten. Metin profesyoneldi ama. 

Kehribar kokusuyla çıktım işte bu şekilde yola. Bir de tabela yaptırdım eğri büğrü. Önüne de Üniversite-Hastane yazdırdım. Belki yolda durduran olur diye. 
Biri bindi araca, yeşile döndü bir anda içi. Yine bir kağıt verildi elime. Dediler Ağrı-Doğubeyazıt, oradan Şırnak'a süreceksin aracı. Araçtan anlamsız sesler gelmeye başladı. 
Yine terfi ettim sanırım. Sürekli büyüyordu birşeyler. Araçlar saatler, gömlekler, bedenim, beynim.

Sürdüm, defalarca sürdüm aracı. Bazen kan akıyordu camdan içeri bazen toz. Nerede olduğumu hatırladım.


Sonrası mı?
......
Bir bomba patladı yanımda tek hatırladığım oydu.
Savaştaymışız 
Öyle söylediler. 
Bir öksüz ile birlikte kalmışız yanyana.
Ve doğrultmuşlar silahlarını.
Ben iki kez vurulmuşum karnımdan, Metin ise defalarca.
Ben kaçmışım. O Kalmış. Son olarak bana emanet bir şey vermiş. Sen şimdi git ben de geliyorum diyerek. 
Dedim ya gördüğüm en profesyonel yalancıdır Metin.
Gitmişim bende. 

Şimdi ise bekliyorum bir hastane köşesinde göğsümde beni dinleyen streteskop, yanık kehribar kokusu ve üstünde Metin yazan künyem'le. 
Gökyüzü pastel boyalarla boyadığım bankın arkasında belirdi gözümde. 
Hayatı anlamlandırmak için hayata patlamışım tüm içtenliğimle..





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder