15 Ekim 2014 Çarşamba

Yalancı Kehribar Kokusu


Metin tanıdığım en profesyonel yalancıydı. Ağzından çıkanları bırak doğması bile yalandı. 

Sanırım ilkokuldaydım. Okullarla hiç işim olmadı benim. Gittiğim kadar döndüm sadece binalardan. Tuhaftır karşı taraf bu çabamı her dönem sonunda süslü kuşe kağıda bir belge ile beni taçlandırıyordu. Aldığım sulu boyaları yüzüme, pastelleri de Atatürk büstünün arkasındaki banklara sürüyordum hergün her sabah. Sonrada pastellerin bir parçasını ısırıp tükürüyordum.
Metin ile tanışmamızın bununla bir alakası yok. Sadece pastele gıcıktım. Metin de gıcıktı sadece.Önlük yakasını ütülemek kadar saçma bir eylem gören nesildik sonuçta. Nefret etmek için çok seçeneğimiz vardı. Ben içlerinden sadece bir tanesini seçtim.
-Geliştim-
Dört minibüs ile yolculuk ettim hergün üniversitede. İkisi gidiş ikisi dönüş. Bu sefer seçeneğimiz azdı nefret etmek için herşeyden. İki gidiş için iki dönüş için ayrı minibüs. Yani 8 farklı kombinasyon yapabilirdik. Hepsi denedim. Hiçbirşey değişmedi. Otobüsle farklı noktalara gitmeyi de denedim. Sonuç olarak aynı noktaya varacaktık. Aynı kubbenin altında farklı rotasyonla aynı bilinmeyene giden aciz insanlardık. Herkes seçeneğinin olduğunu zannederken ben olduğumu seçerdim. Önünde tabela olan otobüsler. Ne sinir bozucu! Hepsi dört tekerlekli hepsi aynı renkte. Ne farkeder 1 metrelik tabelada ne yazdığı. Ben yazılarla da ilgilenmedim. Gökkuşağı daha çok ilgimi çekmişti hep. Doğalgaz faturasından anlardım gökkuşağının neden sevilmediğini. Çünkü yağmur demek masraf demekti. Eskiten demekti. Sıcaklığı, ayakkabıları, kıyafetleri. Bir boyaya yem olmuştu demek yağmur. Ulan dedim en sonunda. Ulaşamadığın bir kuşak senin kuşamını değiştirebiliyor ben miyim seçebilen insan? Ben mi seçeceğim her şeyi. 5 sene sonra kurdelalı bir kağıt daha verdiler. Yine terfi etmiştim. Hiçbirşey yapmadan koşa koşa tırmanıyordum başarı basamaklarını. Her seferinde yeni bir sınavla karşılaştım. Hepsini çiğnemeden yuttum. Belgeleriyle de ağzımı sildim. 5-2-8-1. Bu yazıda geçen sayılar. Çarpımı 80 Toplamı 16. Birbirine bölsen 5. İşte bu yüzden 5 senede bitirdim. Matematik diyorlardı bu tesadüfe. Kendi yarattığın sayılarla yaptığın işlemleri yeni yaratılmış gibi sunmak Nobel Ödülü kazandırıyordu. En büyük deha bence bu 5'i bulabilmektir. Kimseye söylemedim. Ama Metin söylerdi. Tanıdığım en profesyonel yalancıydı.

İki araç kiraladım. Biri Alfa Romeo biri BMW. Bazen ikisini aynı anda sürmek istedim aradaki iki tekeri çıkarıp bağlasam dedim, birbirinden güç alsalar, tam ortasına yerleştirsem direksiyonu. Sonra yeşil yandı ve geçtim. Göçmen kuşlar gibi konaklamadan. O kadar hızlı geçmişim ki anlayamadım nerede olduğumu. Bir hastane odasının duvarında çentiklere bakarken buldum kendimi. Doktor olmuşum öyle dediler. Boynumda asılı klasik bir streteskop beyaz önlük falan. Ne kadar çağdışı! Herşeyi herkesi eleştirme yetkim vardı bu dünyada. Yine bir terfi. Üstelik dişlerimden daha beyaz bir önlüğüm vardı. Daha ne isteyebilirim dedim. Düşündüm. Düşünmeyi buldum. Bugüne kadar hiç düşünmemişim. Bir de düşünseydim sıyrılırdım insanların arasından. Afrikaya yerleşirdim belki. Hayvan sayısı daha fazlaydı insan sayısından. Elmas diye bir gerçek vardı insanları öldüren. Silah gibiymiş ama daha pahalı. 

Çürük tatlar tattım. Baharatlar keşfettim. Sadece kokusundanmış farkları, burnumu kessem dedim, tüm baharatlar aynı olacak. Ne gerek var o zaman rengine şekline. Hepsi öğütüp kattım yemeğime. Yemek dediğimse yine bir hayvan cesedi üstelik. İyi müzik aleti olur dedim. Gergin ve yanmış. Yalanlar da Yanmaktan gelseymiş keşke. Yanan olsaymış. En azından kokusundan anlardık. Yanık baharata en çok Kehribar'ı yakıştırırdım. Onunla doldurdum 4 tekerlekli iki markalı 180bin liralık arabamı. Ben en çok buna zorlandım işte tüm hayatım boyunca. Kendime yalan söylemekten. Metin profesyoneldi ama. 

Kehribar kokusuyla çıktım işte bu şekilde yola. Bir de tabela yaptırdım eğri büğrü. Önüne de Üniversite-Hastane yazdırdım. Belki yolda durduran olur diye. 
Biri bindi araca, yeşile döndü bir anda içi. Yine bir kağıt verildi elime. Dediler Ağrı-Doğubeyazıt, oradan Şırnak'a süreceksin aracı. Araçtan anlamsız sesler gelmeye başladı. 
Yine terfi ettim sanırım. Sürekli büyüyordu birşeyler. Araçlar saatler, gömlekler, bedenim, beynim.

Sürdüm, defalarca sürdüm aracı. Bazen kan akıyordu camdan içeri bazen toz. Nerede olduğumu hatırladım.


Sonrası mı?
......
Bir bomba patladı yanımda tek hatırladığım oydu.
Savaştaymışız 
Öyle söylediler. 
Bir öksüz ile birlikte kalmışız yanyana.
Ve doğrultmuşlar silahlarını.
Ben iki kez vurulmuşum karnımdan, Metin ise defalarca.
Ben kaçmışım. O Kalmış. Son olarak bana emanet bir şey vermiş. Sen şimdi git ben de geliyorum diyerek. 
Dedim ya gördüğüm en profesyonel yalancıdır Metin.
Gitmişim bende. 

Şimdi ise bekliyorum bir hastane köşesinde göğsümde beni dinleyen streteskop, yanık kehribar kokusu ve üstünde Metin yazan künyem'le. 
Gökyüzü pastel boyalarla boyadığım bankın arkasında belirdi gözümde. 
Hayatı anlamlandırmak için hayata patlamışım tüm içtenliğimle..





14 Ekim 2014 Salı

Olur mu Dersin? - Herşey Çok Güzel Olacak


Cem Yılmaz'ın son filmi Pek Yakında'nın reklamları dönerken akla gelen iki filmden biriydi "Herşey Çok Güzel Olacak". Aynı "Hokkabaz" gibi Cem Yılmaz'ın oyunculuk ve senaryo katkısı bu filmi fark yaratan bir sinema tarzına dönüştürmüştü. Yıllar geçmesine rağmen akıllarda sempatik bir film olarak kalan, kısacası "Feel good movie" klasmanına giren yapısıyla tekrar izlenmeyi hakettiğini düşündüm.
Hemen yorumlamaya geçiyorum:
Çekim tarzını, çekildiği yıllara göre çok başarılı bulduğumu öncelikle belirtmem gerekli. Bazı sekanslardaki gönderemeleri görsel olarak alttan mesajlama duygusuyla (ki viral, subniminal kullanımları da mevcut) çokça görmekteyiz.
İnce mizahı anlamak için tek sefer izlemek de yetmiyormuş. Bunu da 3.kez izleyince anlamış olduk. 3'er sene arayla izlenildiğinde ilk kez izleniyormuş tadı verebiliyorsa bir film nazarımda çok başarılıdır. 
Tabi ki hem kadro olarak hem de yapı olarak, "Hokkabaz" ile karşılaştırıyoruz. Doğal olarak hem yıl avantajı hem de kaybedilmemiş değerler nedeniyle iki adım önde gidiyor.
Film iki kardeşin öyküsünü anlatmakta. Uçarı Altan, girdiği işlerin hepsini elini yüzüne bulaştırmış bir halde girdiği çukurdan çıkmaya çalışırken ağabeyini de bu işlerin içine çekerek sonucunu beklemeye başlar. Bazen kardeşliğin, unutulan değerlerin üstüne giderlerken, bazen de hayatta kaçırılan tatların istemediğimiz zamanlarda bile elde edilebileceğini gösterir "Herşey Çok Güzel Olacak"
İzleyip mutlu olmak için beklemenize gerek yok. 
Tanışmadıysanız henüz mutlaka izlemelisiniz. 
Son olarak "Herşey çok güzel olacak mı?" sorusuna filmden yanıt verelim :
"Bilemiyorum Altan!"


Oyunculuk : 8,5
Seyir Zevki : 8,5
Merak Hissi : 8
Konu : 7
Müzik : 8
Imdb Puanı : 8,2
Genel : 8

Mavi'nin Sıcaklığı - Blue Valentine



3 Haftada 20 Süper Film izleme ayinimin 2.sırasında belirlediğim filmdi "Blue Valentine"
Yine bir arkadaş tavsiyesi ile öğrendiğim, fotoğraflardan buhranlı bir aşk filmi olarak gördüğüm filmi izlemek için fırsat bulmam 1 ayı buldu neredeyse. Daha sonra ise iyi ki bekletmişim ki tam anlamıyla kendimi vere vere izlemişim dedirtti.
Filmimiz başlangıçta çok tatlı bir hikaye olarak başlıyor. "Aşkın 500 Günü" filmi tadında ilerleyerek karakterlerin çözümlemelerini tam anlamıyla anlamamızı sağlıyor ve bu karakterlerin gerçekçiliği ile finali yapıyor.

Akışı güzel, sıkılmadan vakit geçirebiliyorsunuz.
Şarkı seçimlerini beğendim, böyle bir filmde olması gereken müzikler seçilmiş. Aslına bakarsanız tamamen müzik üzerine kurgulanmış bir film zannetmiştim Ryan Gosling'in elinde gitarı görünce ama filmde müzik konusunda pek başarılı olduğu söylenemezmiş.

Kısacası tavsiye edilebilecek filmler arasına girdi rahatlıkla. Son yıllardaki romantik komedi & Dram filmlerinin arasından kolayca sıyrılabiliyor.

Filmi özetleyen replik:

Dean : Bilmiyorum. Bence erkekler , kadınlardan çok daha romantik. Biz evlendiğimizde, sadece tek bir kadına bağlı oluyoruz. Kayıtsız şartsız.Biriyle tanışıyoruz, “Eğer onunla evlenmezsem, aptalın tekiyim, o harika biri” diyoruz.Ama kadınlar, ihtimaller arasından en iyisini seçiyorlar. Evlenirlerken daima, acaba iyi işi var mı diye bakıyorlar.Hayatları boyunca durmadan beyaz atlı prenslerini arıyorlar…


Oyunculuk : 8,5
Seyir Zevki : 8
Merak Hissi : 7,5
Konu : 7
Müzik : 8
Imdb Puanı : 7,4
Genel : 8

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Tanrı - İnsan İlişkisine Sorgulayıcı Bir Bakış - Lucy


Luc Besson'la tanışmam Jean D'arc ile oldu, o yaşa rağmen aklımda bazı sahneleriyle yer etmiş filmlerin başlıcaları hep Luc Besson'a aitti. Leon, 5.Element ve Nikita.
Hepsinde güçlü kadın profili, olay örgüsü bu profil üzerine kurgulanmış ince mizahlı aksiyonu dozunda dram yönü hep var olan filmler.
10 senedir Luc Besson'u bu tarz filmler yaparken görmemiştik. Bu nedenle filme olan beklentim çok artmıştı. Derinlik Sarhoşluğu felsefesinde, Leon aksiyonunda bir film beklerken, filmden gelen yorumlar o kadar olumsuzdu ki bir hafta beklemek zorunda kaldım. 
Nihayet önyargılarımı kırıp filme gittiğimde gerçekten beklediğime değmiş olduğunu gördüğüm bir filmle karşılaştım.

Evet, sosyal medyada inanılmaz şekilde yerden yere vuruluyor, felsefenin çok havada kaldığı söyleniyor. "Beynin %100'e ulaşması konulu bir filmin beyninin yüzde 10'unu kullanan bir yönetmenin çekmesi" yorumlarıyla filmin puanını düşüren yorumcular var.

Yorumlarda haklılar, son dönemlerde çekilen konu yokluğu da göze alındığında, kurguyla alakalı pek doyurucu bir durum yok. Ancak film bazı sorgulamalarda bulunuyor, bunu sıkmadan yormadan güzelce anlatıyor.
İnsanoğlunun doğal seleksiyonla hangi özellikleri kazandığını ise filmin sonuna yaklaşırken öğreniyoruz.
Filmin yerden yere vurulmasının bir nedeni de bana göre süreliğinin kısalığı. Bana kalırsa anlatımı çok sade ve çarpıcı ancak herkes konuyu derinlemesine işlemesini istediği için sanırım 3-4 saatlik bir film bekliyordu.

Eğer Besson tarzı filmleri özlediyseniz bu filmi de seveceksiniz, aklınızı karıştıran yorumlardan sıyrılıp beklentilerinizi tadımlık bir film izlemeye yöneltirseniz, zevk alacaksınız.

Hemen belirtelim, filmdeki yerleşik viral reklamların sayısı sizi sıkabilir, sanırım Samsung'u farkettiğim 4-5 yer oldu, farketmediklerimi siz düşünün. Aynı şekilde Peugout markası da payına düşeni almış.

Özet olarak aksiyon sahneleri yerindeydi, özellikle iki tarzın birleşmesi sahneler (belgesel-reel) ki bunu Aronofsky çok kullanır - hoştu. İzlemeye değer bir film olarak değerlendiriyorum.
Eric Serra'ya da şükran sunarak yazıyı noktalıyorum.



Oyunculuk : 7
Seyir Zevki : 9
Merak Hissi : 8
Konu : 8
Müzik : 8
Imdb Puanı : 6,6
Genel : 8,5

18 Temmuz 2014 Cuma

Silicon Valley - Teknoloji İlkelleştirir mi?


HBO'dan çok değil kısa zaman önce yeni bir dizi yeşerdi. Fikir olarak daha önce denediği girişimci hikayelerini bu sefer teknoloji ile birleştirip çağa uygun hale getirdi.

Silicon Valley 4 "geek" arkadaşın teknolojik uygulamalar yazarak şirket kurma öykülerini anlatıyor. Ekibin tüm karakterlerinin hepsine kendine ait özellikleri var. Richard, çekingen, pasif ve mühendislik öğrencisi gibi davranan her işte kolay çözümü bulabilen ancak bunun için şartların olgunlaşmasını bekleyen bir karakter. Gilfoyle nispeten daha aktif, daha duyarsız, daha ukala. Dinesh ise Pakistanın kırsallığını almış bununla da kalmayıp bu kırsallığın getirdiği mizahı arkadaşlarının sayesinde zirveye taşıyan bir karakter. Jared ekibe sonradan katılan tam bir piyasa adamı! iş hayatında bolca görebileceğiniz rüzgarın esişine göre davranan, popülerliği seven ve asıl olanı göremese de klasik yöntemleriyle ekibe fikir veren bir yan karakter.
Asıl karakterimize geliyorum. Erlich!
Bu dizinin tutmasını sağlayacak olan dizinin 2. as-karakteri. Erlich vurdumduymaz, Steve Jobs hayranı, girişimciliği cesaret olarak algılayıp patavatsızca içinden nasıl geldiyse davranan bir karakter. Thomas "Ben olmasam sizler hiçsiniz" davranışları ukala sözleriyle her işi zora sokan ama bir şekilde şansıyla durumları aşan Zirve karakter yaratmayı başarmış.
Mühendislik okuyanların her karakterde bir arkadaşını bulacağı ;
Mühendislik okumayanların da bu işler nasıl yürüyor vay be ne paralar dönüyor diyebileceği, teknolojinin insanları geliştirmesi gerekirken acaba geri mi götürüyor dedirteceği samimi bir dizi işte.
Tek kelimeyle özetlersek, "geyik" diyebilriiz
Şiddetle izleyiniz izletiniz. Herkese de önermeyiniz.

Hemen belirtelim şuanda dizi sezon arasında.



Oyunculuk : 8,5
Seyir Zevki : 9
Merak Hissi : 7
Konu : 6
Müzik : 6,5
Imdb Puanı : 8,5
Genel : 8


How To Make It in America - Bir Girişimcilik Hikayesi


Bugüne kadar HBO'nun ortaya çıkardığı tüm yapımlar kalite standartlarını her geçen sene yükseltti. "HBO ise seyret" algısını yaratmayı başardılar. Kendine has pazarlama teknikleri ile kurdukları paralı kanalları sayesinde dizilerine bütçe yaratarak her geçen sene yeni yapımlar ortaya koydular.

How to make it in America'da bunlardan sadece biri. Kazanma kaybetme döngüsü ekseninde yeralan karakterlerin ince mizahıyla bezenmiş hayatlarını kanalın cesaretiyle birleştirip 2 sezonluk bir şölen sunmakta. Entourage izleyenler bu duyguyu iyi bilecektir. Karakterlerin yapısı, mutluluktan kedere dönme hali, tam batmışken tekrar ümitlenmeleri tamamen aynı hissiyatı uyandırıyor. OZ'dan çıkma karakterleri, Kid Cudi'nin müzikleri eşliğinde hayatınızdan her bölüm yarım saat çalıyor.

Girişimcilik hayaliyle yanıp tutuşan Ben Epstein karakteri etrafında kot markası yaratma düşüncesinin nasıl hayata geçirebileeğini izliyoruz ilk sezon. Ortaya çıkan bireysel duygusal ve iş bazlı sorunların yan kulvarında da karakterlerin eklenmesiyle, her geçen bölüm değişmektedir konumuz. Dizi, ana kurgu ekseninde hayata tutunma zengin olma hayallerinin ötesinde, gerçekten hayal edilenin zenginlikle alakasının olmadığı ana fikrini vermekte. 

Kötü haber : dizi sadece 2 sezon yayında kalabildi. Böylesine bir dizinin 2 sezon yayınlanması HBO gibi bir şirkete nasip olurdu zaten. Beğenilen dizilerin yayında kaldırılma sürecini acımadan gerçekleştirebilen başka bir yapımcı tanıyamadık uzun süredir.


Oyunculuk : 8,5
Seyir Zevki : 9
Merak Hissi : 7
Konu : 6
Müzik : 8,5
Imdb Puanı : 8
Genel : 8

17 Temmuz 2014 Perşembe

Kendime İyi Bak - Biraz da Kurgu Ekle


Bugün tanıtacağım film beni çalışmadığım yerden vurdu. 2014 yılı benim için resmen Türk Filmi sempatizanı olma senesi oldu. Ardı ardına açtığım filmlerde beklentisiz biçimde izlemekten zevk almaya başladım. Süslü fragmanlardan, abartılı müziklerden sıyırabildiğim filmi affetmeden izlemeye alıyorum.

Evet, bu filmimiz şahsına münhasır 3 kişi etrafına kurgulanmış acı bir hikayeyi anlatıyor. Acı olan kısma değinmeyeceğim, zira spoiler denen illeti sevmiyorum. Üstelik hikayenin bu kısmını da beğenmedim. Direk artıları olan kısma yöneliyorum. 

Üniversiteye gidenlerin daha iyi anlayacağı bir film olduğunu düşünüyorum. İlişkilerle ilgili anlatılanlar, replikler, oyuncular o kadar samimi ve güzel. Senaryoyu ve kurguyu oluştururken üniversite kültüründen, arkadaşlıklarından beslenildiği bariz belli. Zamanında ayrıldığınız sevgilinize ettiğiniz sözleri birebir bulmak, saçma anlarda sarfettiğiniz kelimelerdeki pişmanlığınızı hatırlamak insanı tuhaf hissettiriyor. Çağdaş Onur Öztürk'ün abartısız oyunculuğu renk katmış. Keza 2 kadın karakterimiz de gayet sade ve hoş oynamışlar. Filmi 2 aşamaya ayırıyorum, başlangıç evresi ve kurgu evresi. Başlangıç evresinde yalnızlığına terkedilmiş bir adam ile nereden geldiği belli olmayan bir kadının tatlı buluşmalarını izliyoruz. Herşey yolundaymış gibi giderken ortaya başka bir kadın figürü çıkageliyor ve olaylar gelişiyor. Gelişme aşaması başka filmleri aşırı derecede anımsatmasına rağmen rahatsız etmedi. Bunu da filmin ilk yarısı kurtarıyor bence.

Kurgu konusunda eleştiriler olacaktır mutlaka, finalin yalapçalap getirilmesi, filmin başında ilişkiye yüklenen anlamın ikinci yarıda bulunamaması filmde anlatılmak istenilen duyguyu öldürse de 90 dakikanızın hoş geçeceğine eminim. 

Vakit kaybı olmayacaktır. Mutlaka geçmişten bir anınızı hatırlayacağınıza da garanti veriyorum. 

Ekstra Not : Filmin finalinden sonraki isimlerin geçiş sekansı cidden hoştu.
Ekstra Not 2 : Filmin yönetmenlerinin hiçbir filmden etkilenmedik orjinal olanı bulmak istedik sözleri de hoş değilmiş gerçekten, konunun ve sahneler açısından başka filmlerden alıntıların sayısı az değildi.


Oyunculuk : 8,5
Seyir Zevki : 7,5
Teknik : 7
Kurgu : 7,5
Konu : 4
Müzik : 6
Imdb Puanı : 6,8
Genel : 7

11 Temmuz 2014 Cuma

Sevin Okyay'dan Uzak Durun! (Şiddetle)


Bu sefer size olumsuz bir tavsiyem var. Kısa ve net. Sinema eleştirmeni Sevin Okyay'ın herhangi bir yazısına dek gelirseniz kaçacak delik arayın!
Çok değil bir kaç hafta önce sinema yorumlarıyla ilgili kitap ararken Sevin Okyay'ın 120 filmde seyrialem kitabını buldum. Hiç tereddüt etmeden satın aldım. Filmlerle ilgili yorum okumayı başka gözle fikir edinmeyi seven insanlardanım. İlk filmin sayfasını açtım "A bout de souffle", Serseri Aşıklar. Bir iki paragraf okudum ki ne göreyim. Sevin ablamız filmin sonunu çatadanak söylemiş bizlere. Neyse dedim, bu kitabı filmleri izledikten sonra okuyacağız demek ki. Listeden izlediğim filmlere göz attım. Bu sefer filmin yönetmeninin başka filmlerinden sonunu söylüyor. 
Böyle bir şey olabilir mi? 
Kitap yazıyorsun. Ülkede sinema eleştirmeniyim diye geziyorsun. Bir de kendini fellik fellik övüyorsun. Sonra gel gelelim tüm filmlerin sonunu söylüyorsun.
Sevin Okyay' bundan sonra benim için spoiler abla'dır.
Televizyonda görsem kanal değiştirim o derece.

Şiddetle uzak durun derim.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Bi Küçük Eylül Meselesi


2014 Senesinin belki de tüm Türk filmlerini izlemişimdir. Hangi filmdi kim oynuyordu gerçekten hatırlamadığım filmler var. Ancak bu film aralarından sıyrılmayı bir nebze olsun başarabildi. Geçen hafta itibariyle izlediğim bu filmin Kerem Deren'in senaryosunda kotarıldığını ancak filmi izledikten sonra anladım. Ezel'den beri beklentileri gittikçe yükselten Deren, zor bir işe kalkışmadan klasik bir hikaye ile filmi bağlamış. Senaristin ismini öğrenmesem evet hoş senaryo diyebilirdim ama herkes gibi beklentilerim yüksek olduğu için senaryo yetersiz kalmış diyebiliyorum. Filmin oyuncularını ve nerede geçtiğini bilmeden başlamışken iki sevdiğim oyuncunun olduğunu ve adada geçtiğini öğrenince daha iştahla izlemeye başladım.
Zeynep Abdullah'tan bahsetmek gerekecek sanırım. Zeynep belki de Amerika'da doğup yetişseydi, hasılat rekormeni filmlerde oynayabilirdi. Yüzü ve fiziği sinemaya çok uygun geliyor. Her role girebilir. Kaldı ki filmde de o sevimli ve sevimsiz hallerin ikisini de fena halde vermiş bizlere.
Engin Akyürek'e gelince. Oyunculuk yarışmasında tanıtmıştı kendini bizlere, orada drama yönü ağır basıyordu. Birkaç dizide beş dakikalığına izlediğimde bile bu adamdan olur demiştim. Yine oynamış, iyi de oynamış ama o kadar sası durmuş ki senaryoda. O hippi tarzın altından o boyuyla kalkamamış bence. Sırıtmış, hikayenin sevimliliği kalmamış. Ama bu yeteneksizliğinden değil tamamen fiziksel açıdan. Uzun saçlardan da bir an önce kurtulmalı. Yoksa Ghobadi filmlerinden birinde görmemiz muhtemel.
Filmin konusuna değinmeyeceğim, ismi hoş seçilmiş. Herşeyi açıklıyor zaten.
Konuyu anlatırsam klişeliği nedeniyle bir çoğunuz izlemeyecektir.

Ancak değişik bir detay Imdb Puanı 7,7 an itibariyle. Overrated olmayı başarmış her nasılsa.



Oyunculuk : 6,5
Seyir Zevki : 7
Teknik : 6,5
Kurgu : 6
Konu : 4
Müzik : 5,5
Imdb Puanı : 7,7
Genel : 6

Bir Ferzan Özpetek Filmi - Kemerlerinizi Bağlayın



Pek tarzım olmamasına rağmen Ferzan Özpetek filmlerini kaçırmadan izlemeyi seviyorum. Anlattığı hikayeler sıkmadan hoş vakit geçirerek bir kaç temel düşünce yerleştirerek sizde etki bırakıyor. Bu filmde aynen bu açıklamaya uygun biçimde ilerliyor.
Karakterimiz Elena hayattan ne istediğini bilen en azından bildiğini zanneden sevgiye aç bir kızımızı canlandırıyor. Film Elena'nın tanıştığı adamla deniz kenarında başlayan serüvenini ve sonrasını anlatıyor. Geçmiş ve geleceğe dair farklılıkları göz önüne getirmeye çalışan film tek sahne ile bu iki olguyu bağlıyor. İnsanın yaşadığı gel-gitleri buhranlı dönemleri ve huzurlu anlarını denize aktaran yönetmenimiz, deniz simgesiyle bu durumları bağlayıp karakter üzerinden bize yediriyor. 
İyi de yapıyor. Film İtalyan ve Türk ezgileri taşıyan müzikleri motifleriyle sıcak bir film.
İzlenmesi şart değil, izlenmemesi de kayıp değil. Hoş bir film kısaca.
Karakterlerin yapısı nedeniyle Yunan romantik komedilerine benzese de, ince mizahıyla bu tarz filmlerden ayrılıyor belirteyim.

Oyunculuk : 8
Seyir Zevki : 7
Teknik : 8
Kurgu : 8
Konu : 5
Müzik : 7
Imdb Puanı : 6,4
Genel : 7,5

28 Haziran 2014 Cumartesi

Silsile - Noir Tarzı Türk Filmi

Son dönemlerde dişe dokunur filmler gelmeye başladı. Bunlardan biri de Silsile. Noir tarzındaki yapısı ve gerilimli ilerleyişi ile güzel bir kurguyu bağlayan filmdir kendileri.
İlk izleyeceğimde Tardu Flordu'nun olduğu projeler genelde vasatın üstünde olmasından mütevellit, fena olmayacağını düşünmüştüm zaten. Ama beklediğimden çok daha iyi bir film ortaya çıktı. İkinci gün arkadaşlarımla ikinci kez seyrettim. 
Film Karaköy'ün karanlık yanını anlatan tek gecede geçiyor. İki iyi dostun yasak bir aşkla dağılmasını ve bu durumun nelere mal olabileceğini anlatıyor.
Filmde oynayan Leyla ile Mecnun'un İsmail Abi'si Serkan Keskin'e biraz değinmek istiyorum.
3 karakter var. 3ü de başarılı iş çıkarmış. Ancak Serkan Keskin verilen role o kadar adapte olmuş ve oynamış ki, sanki yıllardan beridir mahallenin Cihan Abisi. Diğer oynadığı filmlere baktığımda da kötü bir performansını şahsen göremedim. Yükselen bir değer ve oyuncu. Dikkatle izleyin derim.
Bunun yanı sıra yan rollerdeki oyuncular çok başarılı. Film bu nedenle "BARDA" filmi havası veriyor. Filme destek veren Yapımcıları, filmi güzelce kotaran yönetmeni kutlamak gerekli.
Böyle filmler görmemiz dileğimle. 

Oyunculuk : 7
Seyir Zevki : 7
Teknik : 6
Kurgu : 8
Konu : 7
Imdb Puanı : 6,3
Genel : 7

Kurz und Schmerzlos



Uzun süredir blog'a birşeyler eklemediğimi gördüm, yaptığım bu boşvermişliğe bir son verip son günlerdeki etkileyici izlenimlerimi paylaşma gereği duydum. 

Bugünkü paylaşımım bir Fatih Akın filmi hakkında, 
Kendisi Akın'ın ilk uzun metrajlı filmi oluyor. Benim ise yönetmenin izlediğim son filmi, nedense sona bırakmışım bu filmi. Bulamadığımdan değil aramadığımdan. Yeri gelmişken filmi öyle çabuk bulamıyorsunuz. Biraz araştırmanız gerekiyor elde edebilmek için.
Filmimiz Hamburg sokaklarında geçiyor. 3 farklı milletten 3 insanın dostluğunu anlatıyor. Chiko filminin temellerini atmış sanki yönetmenimiz. Arkadaşlık her daim ağır basar düşüncesini yerleştiriyor her sahnede. Kan, ihanet, intikam ve dostluk öğeleri ağır basıyor filmimizde. Oyunculukların özellikle Türk düğünü sahneleri yapay olması çok güzel duygular katıyor filme. Bazen amatör olabilmek filmi samimi yapıyor. Fatih Akın'ın mizahi duygusunda Tarantino ezgileri ağır basıyor. Bence fazlasıyla etkilemiş Türk asıllı Alman yönetmeni.
Film çabucak akıp gidiyor zaten. Bağımsız film tadında sıkılmadan izleyebilirsiniz.
Müziklerin seçimi ise yine süperdi. Sezen Aksu hayranlığını zaten biliyorduk ama Tarkan'a olan hayranlığını o dönemde TarZan yazılı bi afişte görüyorüz filmde. Bu gibi bikaç detay filmi samimi hale getiriyor. Hep demişimdir, Fatih Akın mutlaka Hakan Günday romanı uyarlamalı diye. Varoluşçu karakterler, içedönük hikayeler, kendi kaderini çizen yan öyküler. Birbirlerine çok güzel yakışacağını düşünüyorum.


*Sahnede başkarakterimiz ; "elinde olanı mutlaka kullanırsın" Yemek varsa yersin, para varsa harcarsın silah varsa sıkarsın temalı konuşma yaparken.


Son olarak gözlerim Moritz Bleibtreu'yu aramadı değil. O senelerde tanışıyor olsalarmış ya da ikna edebilseymiş Yunan karakteri oynayabilirmiş aslında ;)
----------------------

Oyunculuk : 6
Seyir Zevki : 8,5
Teknik : 7
Kurgu : 8
Konu : 7
Imdb Puanı : 7,5
Genel : 7,5